3 Temmuz 2012 Salı

Türklerin Demografisi (1950-2025) / Doç. Dr. Zakir B. Avşar - Ferruh Solak - Selma Tosun

1.Giriş

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, uzun yıllar boyunca Rus egemenliğinde kalan Türk ülkeleri birer birer bağımsızlıklarını ilan ederek, uluslararası platformda yerlerini almışlardır. Böylece hem Türkler hem de dünyanın Türkler dışında kalan kısmı "Türk”e ilişkin konularda muazzam bir bilgi açığıyla karşı karşıya kalmıştır. Bilgiye sahip olanlar, onu, bir yandan belki de haklı sayılabilecek bir kıskançlıkla korurken; diğer yandan (muhtemeldir ki) içinde "doğru” bilgilerin de yer aldığı bir enformasyon bombardımanı başlatarak, bu ihtiyacı karşılama yollarını aramışlardır. Ancak, bu bilgilerin sunumundaki sorunlar yalnızca "doğruluk” boyutuyla ortaya çıkmamış ek olarak, çeşitli amaç ve hedeflerle "manipulasyon” kuşkularını da yoğun olarak gündeme taşımıştır. Bu durum, etnik konulardaki hassasiyetlerden kaynaklanıyor olabileceği gibi, bilgiye sahip olmanın maliyetinin yüksekliği ve sonuçta, bilginin bir yatırım gibi düşünülmesi veya silah gibi kullanılıyor olmasından da kaynaklanabilir. Dolayısıyla bu açılardan bakıldığında, çalışma, yukarıda ifade edilen sorunun ortadan kaldırılmasına yönelik bir girişim olarak değerlendirilmelidir. Zira kullanılan veriler eksikleriyle birlikte vardır ve ortadadır. Yapılması gereken, eldeki verilerin belirli bir disiplin çerçevesinde analiz edilerek siyaset üretenlerin ve okuyucunun hizmetine sunulmasıdır.


Uzun ve hareketli bir tarihsel geçmişe sahip olan Türkler; bunun doğal bir sonucu olarak yeryüzünde oldukça geniş bir coğrafyaya dağılmış olarak yaşamaktadırlar. Türk adını taşıyan ve belgelenmiş ilk halk M.Ö. 6. yüzyılın ortalarında bugünkü Moğolistan’ın kuzey-doğusunda Orhon ve Selenga nehirleri kıyısında ortaya çıkmıştır.

Bugün Türkler, bağımsız olarak Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan topraklarında yaşamaktadırlar. Türk devletlerinin sınırları dışındaki Türk nüfusun önemli bir kısmını eski Sovyetler Birliği toprakları üzerinde yaşayan Türkler oluşturmaktadır. Bu coğrafyada bulunan Türk toplulukları Orta Asya ve Kafkasya’nın yanı sıra, Orta Volga ve Güney Urallar arasındaki bölgelere de dağılmışlardır. Yoğun biçimde yaşadıkları diğer bir bölge ise Sibirya bölgesidir. Aynı zamanda eski Sovyetler Birliği’nin batı bölgesi olarak adlandırılan ve Moldova, Batı Ukrayna ve Litvanya Cumhuriyetlerini kapsayan coğrafyada da Türk toplulukları bulunmaktadır. Günümüzde Türk nüfusun azınlık olarak yaşadığı bölgelerin dağılımına bakıldığında, Avrupa ve Balkan ülkelerinden, Orta Doğu ve Orta Asya’ya, Avustralya kıtasından Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar uzanan geniş coğrafyaya yayıldıkları görülmektedir. Türkler, İran, Irak, Suriye, Ürdün ve Afganistan gibi Orta Doğu ülkelerinde ve Çin ve Moğolistan gibi Orta Asya ülkelerinde de yaşamaktadırlar.

Azerbaycan, 19. yüzyılın sonunda en büyük petrol üreticisi ülkedir. Sovyetler Birliği’ne bağlandıktan sonra geri teknoloji, verimsiz ve yetersiz petrol üretiminden ve ayrıca bunu tam olarak doğrudan ülke ekonomisine aktaramamaktan dolayı az gelişmiş ülkeler sınıfına düşmüştür. Bağımsızlığını kazandıktan sonra ise, Ermenistan ile silahlı çatışmalarda ülke topraklarının yüzde 20’sini kaybetmiştir.

Azerbaycan, Türkiye, İran ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmektedir. Kafkaslar’ın en fazla nüfusa sahip olan ülkesidir. Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi günümüzde de Azerbaycan nüfusu ağır ekonomik koşullarla karşı karşıya bulunmaktadır. Yaklaşık bir milyon Azerbaycan Türkü çalışmak amacıyla Rusya Federesrasyonu’na göç etmiştir. Yine yaklaşık bir milyon Azerbaycan Türkü, Karabağ’daki savaş nedeniyle kaçkın durumuna düşmüş ve yıllardan beri tarifsiz sıkıntı ve eziyetlere göğüs germektedir. Ermenistan ile toprak anlaşmazlığı ülkenin pamuk, üzüm ve tahıl üretilen en verimli topraklarının elinden çıkmasına yol açmıştır.

Kazakistan, eski Sovyetler Birliği’nin ikinci büyük ülkesidir. Batıdan doğuya, Hazar denizinden Çin sınırına kadar 3000 kilometre genişliğindedir. Kuzeyde Rus steplerine, güneyde Orta Asya’ya uzanmaktadır. Bu iki bölge çok az nüfusun yaşadığı geniş çölleşmiş bir arazi ile ayrılmaktadır. Kazakistan 2,7 milyon metrekare olan yüzölçümü ile Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’nden sonra Asya’da en geniş topraklara sahip üçüncü ülkedir. Kazakistan Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre 1993 yılında ülke nüfusu 16.901.075 kişiden oluşmaktadır. 1954 yılında Kazakistan’daki işlenmemiş toprakları işlemek üzere Rusya’dan, Ukrayna’dan, Beyaz Rusya’dan ve Moldova’dan bu ülkeye 150.000 kişi gelmiştir. Sovyet yönetiminin Ruslaştırma politikası sonucu Kazak Türklerinin ancak yüzde 45’i kendi ana dilini konuşabilmektedir. Rus varlığı orduda olduğu kadar hükümette de kendini hissettirmektedir. 150.000 kişilik orduyu yöneten subayların yüzde 60’ı Rustur. Diğer yandan kabinedeki otuz altı bakandan onu Rus olduğu gibi, Başbakan Sergeyi Tereçenko da Rus kökenlidir. En yaygın din, İslam dinidir. Bunu Hıristiyanlık takip etmektedir (Trutanow, 1995). Sovyet döneminde Kazakistan’ın yurtdışından satın aldığı sanayi ürünlerinin yüzde 85’i Sovyet Cumhuriyetlerinden gelmiştir. İşletmelerin yüzde 70’i Rusya’da bulunan diğer işletmelerle ticari ilişkide bulunmuştur. Sovyetlerin dağılması ülkede çok ağır ekonomik koşulların oluşmasına yol açmıştır. Sovyetlerin dağılmasından sonra 70.000 nüfuslu Türatam şehri tamamen Rus vatandaşlığına geçmiştir.

Ekonomik ve sosyal reformların başarısızlıkla sona ermesi durumunda, ülkenin etnik olarak istikrarsız hale gelebileceği ihtimali, üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir konudur. Kazak Türklerinin kaderlerini kendilerinin çizmesi gerektiğini savunan Kazak milliyetçiliği ancak kırsal kesimde taraftar bulabilmiştir. Özellikle, ülkenin ortasında yer alan bölgelerde halen boy geleneğinin ve İslam dininin etkisi hissedilmektedir. İslam dini Kazakistan’da derin köklere sahip değildir. Ancak, göçerlerin liderleri 8. yüzyılda sadece yüzeysel olarak İslam dinini kabul etmişlerdir. Böylece göçerler arasında İslam dininin şekilsel kuralları ile çok tanrılı bir dinin karışımı olan bir inanç sistemi doğmuştur.

Ruslar çoğunlukla ülkenin kuzeyinde ve eski başkent Almatı’da yaşamaktadır. Bağımsızlık sonrası Alman azınlığın büyük bir kısmının ülkeyi terk etmesinden sonra Rus azınlıktan da Kazakistan’ı çeşitli nedenlerle terk edenler olmuştur. Bu nedenlerin arasında ekonomik güçlükler, eğitimin Kazakistan Türklüğüne bağımlı kalması, Rusların dışlanma eğiliminin artması, resmi dil olan Kazakçayı öğrenme zorunluluğu önemli yer tutmaktadır.

Kazakistan’da yoğun bir sanayileşme görülmemektedir. Üretim daha çok zirai ürünlerde yoğunlaşmaktadır. Çalışma çağındaki nüfusun yüzde 23’ü tarım sektöründedir. Tarım ürünleri milli üretimin üçte birini oluşturmaktadır. Sulanabilir 35 milyon hektar arazinin 23 milyonu başta buğday olmak üzere tahıl ürünlerine ayrılmıştır.

Kırgızistan, 198.500 kilometrekarelik toprak büyüklüğü ile Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ortak sınırlara sahiptir. Ülke 7500 metreye varan yüksek dağları dolayısıyla Orta Asya’nın su kulelerinden birisi olarak adlandırılmaktadır. Kırgızistan, bölgedeki beş devlet arasında köklü yapısal değişikliklere girişen tek devlet olma özelliğine sahiptir. Ülke nüfusu 4.5 milyon kişiden oluşmaktadır. Rusların bir kısmı komşu ülke Tacikistan’daki iç savaştan sonra, kitleler halinde ülkeyi terk etmişlerdir. Ruslar çoğunlukla başkent Bişkek’te ve kuzeydeki dağlık bölgelerde yaşamaktadırlar. Oş bölgesinde Özbek nüfusunun yoğunlaştığı görülmektedir. 1924 yılında Kırgızistan Cumhuriyeti’ne bağlanan Oş şehri, 1990 yılında Özbekler ile Kırgızlar arasında çatışmalara sahne olmuştur.

Yıllık petrol üretimi 140 bin tondur. Temel ihtiyaç maddelerinde Bağımsız Devletler Topluluğu’na bağımlıdır. Kömür üretiminin yarısı kendi ihtiyacını karşılamakta ve orta vadede yıllık üretimin 3 milyon tona çıkarılması hedeflenmektedir. Yıllık 12 ile 14 milyar kilovat saat elektrik üretmekte ve bu üretimi Özbekistan, Çin ve Kazakistan’a satmaktadır. En büyük sanayi işletmeleri Bişkek’te yoğunlaşmıştır. Eski Sovyetler Birliği’ne hammadde bağımlılığından dolayı bazı sektörlerde üretim tamamen durmuştur (Giroux, 1995).

Özbekistan’ın yüzölçümü 447.000 kilometrekareye ulaşmaktadır. Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan ile sınır komşusudur. Ancak, Hazar denizine çıkışı yoktur. Eski Sovyetler Birliği’nin 1924 yılındaki milli sınırların belirlenmesi politikası uyarınca Tacikistan ve Kırgızistan ile olan Fergana bölgesindeki sınırları iç içe girmiştir. Yoğun bir nüfusa sahip bu bölge toprak ve su mülkiyetinden kaynaklanan etnik çatışmalara sahne olmuştur. Rusların önemli bir bölümü 1989 yılından itibaren Özbekistan’ı terk etmişlerdir. Kalanlar, çoğunlukla başkent Taşkent’te yaşamaktadır.

Özbekistan, sanayi ve üretim sektörlerinde Sovyetler Birliğini’nin dağılmasının sonuçlarından en az etkilenen ülkeler arasındadır. Üç yıl boyunca üretiminin yüzde 2’sinden fazlasını kaybetmemiştir. Ancak siyasi bağımsızlık, özellikle de Rusya Federasyonu’na olan sanayi bağımlılığını gözler önüne sermiştir. Bu bağımlılık başta pamuk ipliği olmak üzere yiyecek maddeleri, sanayi ürünleri gibi önemli sektörlerde kendisini hissettirmiştir. Bununla birlikte Özbekistan’ın birçok doğal kaynaklarının işletmeye açılması durumunda kısa bir sürede bu güçlüğü aşması beklenmektedir. Ülkede doğalgaz üretimi 1994 yılında 47,2 milyar metreküpe çıkmıştır. 1994 yılında Kazakistan’a 2.9 milyar metreküp doğalgaz satmıştır. Özbekistan’ın yakın bir gelecekte dünyadaki ilk 10 doğal gaz üreticisi arasına girmesi beklenmektedir.

Pamuk ihracatı ülkenin en büyük döviz kaynağıdır. Özbekistan Cumhuriyeti’nde kapasite yetersizliği nedeniyle ancak ipliğin yüzde 12’si işlenebilmekteydi ve son zamanlara kadar yerel ihtiyaçlar için Rusya Federasyonu’na işlenmek üzere pamuk gönderilmiştir. Nüfusun yarısından çoğu kırsal kesimde yaşamakta, işlenen 4.2 milyon hektar arazinin tamamı sulanmaktadır. Sulanabilir arazinin yüzde 40’ı pamuk üretimine ayrılmıştır. Ülke, yılda 4 milyon tonluk pamuk üretimi ile dünyada üçüncü sırada yer almaktadır (Giroux, 1995).

Hazar denizine açılan kıyıları ile Türkmenistan, İran, Afganistan, Özbekistan ve Kazakistan ile de ortak sınırları sahiptir. Diğer Orta Asya ülkelerinin tersine, sınırları çok aşırı derecede belirlidir. Türkmenistan toprakları içinde komşu ülkelerden kaynaklanan demografik ve etnik baskı hissedilmemektedir. 350.000 kilometrekaresi çöl olan 488.100 kilometrekare büyüklüğünde bir ülkedir. Türkmenistan Cumhuriyeti Orta Asya’da çok özel bir konuma sahiptir. Sosyal, demografik, ekonomik özellikleri ve doğal kaynaklarıyla 1960’lı yılların başındaki Kuveyt’i andırmaktadır. İki yıllık durgunluğun ardından, ekonomisi canlanmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı (Niyazov) reform hareketlerinde dengede kalmayı tercih etmiş ve bu tercih ülkeyi belli bir süre uluslararası kredilerden alıkoymuştur. Türkmenistan doğalgaz, petrol, kimya sanayi ve pamuk gibi zengin kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirmek için daha güvenilir piyasalara açılmak ve yabancı yatırımı çekmek ihtiyacı hissetmektedir.

Ruslar başkent Aşkabat nüfusunun yarısını teşkil etmekte ayrıca, Hazar denizi kıyısındaki Türkmenbaşı şehrinde ve Özbekistan sınırına yakın bölümde yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Ülkenin tek tip etnik yapısı ve Ruslara sağlanan çifte vatandaşlık hakkı gibi nedenlerle ülke dışına çok az göç verilmiş, bu sayede de nüfusun kalifiye kısmı muhafaza edilebilmiştir. Bu denge durumu Türkmenbaşı’nın yürüttüğü politikalar sayesinde korunabilmiştir. Halkın refah seviyesini korumak amacıyla devlet büyük yardımlar yapmaktadır. Özbekistan ile Ceyhun nehrinin sularının kullanılması konusunda anlaşmazlık bulunmaktadır. Bu konudaki anlaşmazlıklar 1991 yılında gündeme gelmiştir. Türkmenistan’ın geleceği her şeyden önce potansiyel gücünün değerlendirmesine bağlıdır. Yeraltı kaynaklarının işletilmesi, rafinerilerin kapasitesinin geliştirilmesi ve ihracatın artırılması büyük yatırımlara bağlıdır. Enerji sektörünün tamamı devlet tarafından işletilse de Türkmenistan’ın bunları tek başına gerçekleştirmesi mümkün değildir. Ülkenin Bağımsız Devletler Topluluğu’na ihracatı mal mübadelesi şeklinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, döviz karşılığı ihracat büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye çekilmesi üzerindeki çalışmalara hız verilmiştir.

Türkmenistan’da ziraat ürünleri gayrisafi milli hasılanın yüzde 46’sını oluşturmaktadır. Ancak, bu üretim miktarı ülke nüfusunun ihtiyacının yarısını karşılamaktadır. Toplam ülke topraklarının sadece yüzde 2.5’unu oluşturan işlenebilir arazilerin tamamı Ceyhun ile Karakum nehirleri ile sulanmaktadır. En büyük zirai üretim pamuktur. Keza, işlenebilir toprakların yarısı pamuk üretimine ayrılmıştır. Koyun yetiştiriciliği ancak ülkenin iç et tüketimini karşılayabilmektedir. Fakat, süt üretiminde açık vermektedir. Ülke tahıl ihtiyacının üçte ikisini, süt ihtiyacının yarısını, şeker ihtiyacının ise tamamını ithal etmektedir. Meyve sebze üretimini geliştirerek bu oranı yüzde 50’ye çıkarma çalışmaları sürmektedir.

Türkmenbaşı limanından yapılan deniz ürünleri ihracatı azalmaktadır. Hazar denizinin kirlenmesi bunun en büyük nedenlerinden birisi olarak görülmektedir. Karaboğaz körfezinin kuruması, özellikle Karakum kanalındaki sulama sistemindeki su kayıpları, bütün sahil ülkeleri etkileyen Hazar denizinin sularının yükselmesi ülkenin karşı karşıya bulunduğu çevre sorunlarıdır atmıştır (Giroux, 1995).

2. Yöntem, Kaynaklar ve Sınırlılıklar

Dünyanın her yerindeki Türklerin demografik durumlarını dün, bugün ve yarın çizgisinde ortaya koymayı amaçlayan bu makale, eldeki veriler ölçüsünde sağlıklı ve güvenilir bilgileri okuyucunun dikkatine sunmak için kaleme alınmıştır. Bunun için, nüfusun iki ayrı noktadaki seyrini dikkate alarak, toplam nüfusu tahmin eden matematiksel yöntem kullanılmıştır. Sürekli artışın söz konusu olduğu bu yöntem, "üssel artış yöntemi” olarak adlandırılmaktadır.

Yazının genel planında ve tablolarda ülke isimleri alfabetik sıraya uygun olarak verilmiştir. Ayrıca siyasa yapıcıların ve okuyucunun Türk Dünyası’nın bulunduğu yeri iyi tahlil edebilmelerine bir katkı sağlamak maksadıyla ele alınan demografik kriterlerle ilgili olarak en üstten ve en alttan ikişer örnek ülke, tablolara dahil edilmiştir. Örneğin, nüfus yoğunluğunun incelendiği tabloda, nüfusu en yoğun ülkelerden ikisi (Hollanda ve Japonya) üstte, nüfusu en seyrek ülkelerden ikisi de (Kanada ve Rusya Federasyonu) altta verilerek bir kıyaslama imkanı yaratılmaya çalışılmıştır.

Çalışmada nüfus yapısına ilişkin veriler değişik kaynaklardan derlenmiştir. Türk devletleri için Birleşmiş Milletler; Avrupa ve Balkan ülkelerinde yaşayan Türk azınlıklar için Avrupa Konseyi ile Avrupa İstatistik Kuruluşu’nun (Eurostat) yayınlarından faydalanılmıştır. Orta Asya’da yaşayan Türk toplulukları için, eski Sovyetler Birliği’nin 1979 ve 1989 yılı genel nüfus sayımı verileri kullanılmıştır. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve ona bağlı bir kuruluş olan Nüfus Fonu (UNFPA) verileri, Türkiye’yle ilgili olarak yeri geldikçe Devlet İstatistik Enstitüsü verileri ve nihayet yukarıda zikredilen kaynakların yeterli olmadığı durumlarda ise, demografik olarak ciddi bulunduğu için kaynaklar arasında gösterilen diğer yerli ve yabancı eserlere müracaat edilmiştir.

Bütün bunlara rağmen, az sayıda da olsalar, Kanada’da yaşayan Türkler için bir bilgiye ulaşılamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Türkiye kökenli nüfus tahmin edilenin onda biri kadar gözükmektedir (+180.000). Bu durum çoğunlukla ABD’ye gitmek için illegal yolların tercih edilmesinden kaynaklanmaktadır. ABD’de Türkiye menşeli olmayan Türk nüfus zaten kayıtlara yansımamaktadır. Aynı durum Batı Avrupa ülkeleri özellikle de Almanya için söz konusudur. Almanya’da legal olarak bulunan Türk vatandaşlarının en az yarısı kadar kaçak kalanların olduğu konusunda yaygın bir kanaat vardır (+800.000). Yine başta Almanya ve Fransa olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde başta Azerbaycan olmak üzere Türk devlet ve topluluklarına mensup pek çok insan bulunmaktadır. Bunlar da kayıtlarda gözükmemektedir. Aynı şekilde Irak Türkmenlerinin gerçek sayılarının yalnızca yarısının kayıtlarda olduğu düşünülmektedir (+1.200.000). İran’da eyaletler etnik gruplara göre bölümlendiği ve nüfus kayıtları da eyalet yapısına göre tutulduğu için özellikle sayıca en kalabalık grubu oluşturan ve kendi eyaletleri olan Erdebil, Urumiye ve Tebriz dışındaki Hemedan, Zencan, Save, Tahran gibi eyaletlerde de yoğun olarak yaşayan Güney Azerbaycan Türklerinin ise yaklaşık olarak yarısının kayıtlarda görülmediği genel kabul gören bir durumdur (+10.500.000). Çin’de ise özellikle Doğu Türkistan bölgesinde yaşayan Uygur nüfusu konusunda var olan bilgilerin gerçek nüfusun sadece üçte birini yansıttığı düşünülmektedir (+24.000.000). Burada eksik gözüktüğü varsayılan nüfusun Tablo 19’daki düzeltilmiş sonuçlarına ulaşabilmek için herbirinin kendi tablosunda verilen 2000 yılı rakamlarına eklenmesiyle aynı yıl sonuçları elde edilmiştir. 2025 yılı için ise düzeltilmiş 2000 yılı rakamlarına herbirinin kendi artış hızları uygulanarak bir sonuca ulaşılmıştır. Bu işlemlerin ayrıntısına yazıda yer verilmemiştir. Bunun nedeni Tablo 18’in rakamlarının kaynakları itibarıyla daha güvenilir bulunmasıdır.

Türkiye nüfusunun etnik kompozisyonu konusundaki bilgi eksikliği veya var olan verilerin açıklanmaması ise oldukça düşündürücü bir durumu ortaya koymaktadır. Zira, bu verilerin açıklanmaması sonucunda, ne yazık ki, etnik temelli, ayrılıkçı-bölücü talepler dile getirilirken rakamların abartıldığı, gerçeklikten ve bilimsellikten uzaklaşıldığı da bu çalışmayla bir kez daha ortaya konulmuştur.

Bu bağlamda üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus ise Türkiye’nin etnik kompozisyonu hakkında bilinen güvenilir verilerin niteliği konusudur. Devlet İstatistik Enstitüsü, ilki 1927 yılında olmak üzere ve 1935 yılından itibaren her beş yılda bir yapılan nüfus sayımlarında 1985 yılına kadar "ana dil” ve "ikinci dil” bilgilerini derlemiştir. 1990 yılı nüfus sayımından itibaren sorulmayan "ana dil” sorusuyla ilgili açıklanan en son veriler 1965 yılına aittir. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nden Toros ve arkadaşları 1992 yılında konunun "hassasiyet” kazanması üzerine bir çalışma yapmışlardır. Çalışmada, 1935 ve 1965 yıllarına ait verileri kullanarak, çalışmanın yapıldığı yıl olan 1992 yılına bir projeksiyon gerçekleştirilmiştir. Bu makalede de, konuyla ilgili tek yazılı eser olan anılan kaynağa dayalı olarak 2000 ve 2025 yılı projeksiyonları yapılmıştır. "Ana dili Türkçe olan nüfusun toplam nüfus içindeki payı, 1935 yılında %89.1, 1965 yılında %90.1 ve 1992 yılında %91.9’dur. Görüldüğü gibi, 1935-1992 döneminde ana dili Türkçe olan nüfus yaklaşık %3 artmıştır. Bu artış, ana dili Türkçe olan nüfusun artış hızının (%2.37), özellikle kendisinden sonra en çok konuşulan ana dil olan Kürtçeyi konuşan nüfusun artış hızından (%1.57) oldukça yüksek olmasının bir sonucu olarak görülebilir. Artışlardaki bu fark o zamanın mortalite (ölümlülük) farklılıklarının bir sonucu olabilir.” (Toros vd., 1992). Arapçayı ana dil olarak konuşanların oranındaki yüksek artışın nedeni ise, bu dilin en yoğun konuşulduğu il olan Hatay’ın 1939 yılında anavatana katılmasıdır. "Bunların dışındaki dilleri konuşan nüfusun sayısal ve oransal azalışı, bu grupların ana dilleri yerine Türkçeyi ana dil olarak belirtmiş olmaları ile açıklanabilir. Özellikle diğer Kafkas dilleri grubunda yer alan Abazaca, Çerkezce, Gürcüce, Lazca, Doğu Avrupa dilleri grubunda yer alan Arnavutça, Boşnakça, Pomakça ve Acemce gibi dilleri konuşan vatandaşlarımızın, yurtdışına önemli bir göç vermedikleri düşünülürse, Türkçeyi ana dil olarak benimsemiş oldukları söylenebilir..” (Toros vd., 1992). Aynı çalışmanın dikkati çeken bir başka bulgusu ise, ana dili Kürtçe olan vatandaşlarımızın 1935-1965 dönemindeki artış hızının Doğu ve Güneydoğu Anadolu dışındaki bölgede daha yüksek olduğudur. Bu durum mortalite farklılıklarıyla ilgili olarak söylenenleri haklı çıkardığı gibi, iç göçle ilgili olarak da ipuçları vermektedir. Anılan çalışma etnik grupların nüfusunun tespit edilmesinden çok, etnik grupların konuştuğu dilleri ana dil olarak konuşan nüfusu yansıtmaktadır. Yeri gelmişken belirtilmesi gereken önemli bir gerçek ise ana dilinin benlik algısının önemli bir unsuru olduğu gerçeğidir. Etnik grupların evlilik gibi nedenlerle flulaştığı durumları da göz önüne alan çalışma ikinci dil olarak Kürtçeyi belirtenleri de hesaplara dahil etmiştir. "Kürt kökenli nüfusun doğurganlık düzeyinin oldukça yüksek olduğu bilinmektedir. Bu yörelerde mortalitenin de yüksek olduğu bilinmekle birlikte, yıllık nüfus artış hızı olarak %1.57 sayısı gerçekçi görünmemektedir. Bu nedenle, 1965 yılında Kürt kökenli nüfusun en yoğun bulunduğu Siirt ilinin 1935-1965 dönemindeki yıllık artış hızı (%1.91) kullanılırsa 1992 yılı için ikinci dili Kürtçe olan nüfus da dahil, toplam olarak yaklaşık altı buçuk milyon Kürt nüfusa erişilmektedir. Olası en üst sınırı bulmak için yıllık %3.33’lük bir artış varsayılabilir. Bu durumda, gerek ana dil gerekse ikinci dil olarak Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın toplamı 7.224.402 olmaktadır..” (Toros vd., 1992). Bu makale çerçevesinde ise, bu rakama 1992 yılı için hesaplanan "Kırmanca, Kırdaşça, diğer, bilinmeyen” kategorisindeki 1965 nüfus sayımının 11. dil grubu da eklenerek maksimum 7.275.571 sayısına ulaştırılmıştır. Daha sonra artış hızının hiç düşmeden devam ettiğini varsayarak -ki artış hızının düşmeden 2000 yılına kadar gelebilmesi ve böylece 2025 yılına kadar devam edebilmesi her türlü demografik dönüşüm teorisine aykırı ve imkansızdır- 2000 ve 2025 yıllarına projeksiyonlar gerçekleştirilmiştir. 2000 yılında bu sayı en az 7.756.376 en çok 9.531.140 olarak hesaplanmıştır. Bu sayılar oransal olarak %11.8 ile %14.5 değer aralığına, Türk kökenli vatandaşlarımızda ise oransal olarak %83.6 ile %86.5 değer aralığına karşı gelmektedir. 2025 yılı için Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın sayısı en az 12.182.322, en çok 19.388.766 olarak hesaplanmıştır. Bu sayılar oransal olarak %14.2 ile %22.6 aralığına karşı gelmektedir, Türk kökenli vatandaşlarımız ise oransal olarak %75.1 ile %83.3 aralığında bir değere sahip olacaktır. Kürtçe konuşan nüfusla ilgili olarak verilen rakamlar ve yapılan projeksiyonlar nüfus sayımlarında aynı ana dili grubuna alındığı için Zazaca konuşan nüfusu da kapsamaktadır.

1997 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun yoğun terör ve göç yaşanan 15 ili ve Güney ve Batı Anadolu’nun terör bölgesinden yoğun göç alan 6 ilinde yaptırılan bir araştırmanın "anadil” ve "hane içinde en çok konuşulan dil” verilerinin ortaya koyduğu durum Türkçenin günlük hayatta büyük ölçüde kullanıldığını, bunun dışında evlerde kullanılma oranlarının da ihmal edilemeyecek ölçüde olduğunu göstermektedir. Evde en çok konuşulan dilin anadillere göre dağılımına bakıldığında, anadili Kırmançı olanların %17.9’u, anadili Zazaca olanların %44.3’ü ve anadili Arapça olanların %60.6’sı evde en çok Türkçe konuşmaktadır. Bu durumun göç ve eğitim fırsatlarında gelişme kaydedilmesi gibi nedenlerle, zaman içerisinde ve kuşaklar arasında giderek daha da Türkçenin lehine olacak şekilde evrileceğini ifade etmek, yanlış bir öngörü olmasa gerektir.

Türk Dünyası toplam nüfusu iki ayrı tabloda (Tablo 18 ve 19) gösterilmiştir. Bunlardan ilkinde yukarıda ifade edilen noktalarda herhangi bir düzeltmeye gidilmemiştir. İkincisinde ise gerekli düzeltmeler yapılarak bir sonuç ortaya konulmaya çalışılmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki, bu ikinci tablonun ortaya koyduğu rakamlar "Türk” kavramının dar anlamıyla yani sadece Türkçe konuşan nüfus üzerinde bir tahmini içermektedir. Dolayısıyla, pek çoğu her ne kadar Türk devletlerinin vatandaşı olsalar ve/veya Türk kültür dairesi içerisinde olsalar da birinci tabloda bulunup, ikincisinde yer almayan unsurlar vardır. Bunların ilki, beş Türk Cumhuriyetinde yaşayan Rus nüfustur. İkincisi, Kafkasya’da yaşayan azınlıklardan ana dili Türkçe olmayanlardır. Üçüncüsü ise, ana dili Kürtçe olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Buna karşılık Tablo 18’de yer almamakla beraber Tablo 19’a ABD, Almanya, Irak, İran ve Çin’de yaşayan Türklerle ilgili düzeltmeler ilave edilmiştir. Her iki tabloda da Türklerin toplam nüfusunu hesaplarken bir dublikasyona yol açmamak için Tablo 14’ün Orta Asya bölümünde yer alan ve zaten bulundukları ülkelerde toplama dahil edilmiş bulunan Karakalpak ve Uygurların nüfusları çıkarılarak bir sonuca ulaşılmıştır.

Türk Cumhuriyetlerinde esas unsuru teşkil eden nüfusla, Rus nüfusun artış oranları arasında ciddi farklılıklar mevcuttur. Kaldı ki, bu oranlar 1979 ve 1989 Sovyet nüfus sayımı verilerine dayanmaktadır (Anderson vd., 1989). Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte bu ülkelerdeki Rus nüfusu adeta bir panik havasında Rusya’ya geri dönmeye başlamıştır. Dolayısıyla Türk Cumhuriyetlerinde etnik denge bu yazıda hesaplanandan daha büyük oranlarda esas unsur lehine değişmiştir. Bu durum Türk Cumhuriyetleri için aynı zamanda nitelikli işgücünün yitirilmesi gibi oldukça olumsuz sonuçlar da doğurmuştur.

3. Türk Devletlerinin Nüfus Yapısı

Türk Devletlerinin nüfus yapılarının ele alındığı bu bölüm, nüfusun miktarı ve artış hızını inceleyerek (Tablo 1 ve 2) başlamaktadır. Daha sonra sırasıyla nüfusun yerleşim yerlerine dağılımı ve yerleşim yerlerine göre artış hızları (Tablo 3), kilometrekareye düşen nüfus (Tablo 4), ülke bazında nüfusun yaş ve cinsiyet yapısı (Tablo 5, 6, 7, 8, 9 ve 10), çalışma çağı nüfusu ve bağımlılık oranları (Tablo 11), cinsiyet ve çocuk-kadın oranları (Tablo 12) ele alınacak ve nihayet kaba doğum ve ölüm oranları, doğal artış oranı, toplam doğurganlık, bebek ölümlülüğü ve doğuştaki yaşam umudu gibi kriterlerin ele alındığı (Tablo 13) alt bölümle sona erecektir.

3.1. Nüfusun Miktarı ve Artış Hızı

İleriki bölümlerde de sıkça başvurulacak olan bir tanımla bu bölüme başlanacaktır. Nüfusun İki Katına Çıkma/Yarıya İnme Süresi: Nüfusun gelişmesinin zaman içinde kesintisiz cereyan eden sürekli bir olay olduğunu kabul eden üssel artış yöntemine göre nüfusun yıllık artış oranından hareketle hesaplanan süredir.

Tablo 1’deki değerlere dikkat edilecek olursa Türk devletlerinde nüfus artışı oldukça dikkat çekici şekilde ve bir istikrar çerçevesinde cereyan etmektedir. Almanya ve Rusya’da hızları farklı olmakla beraber 2000 yılından sonra azalma başlamaktadır. Irak ve Libya ise yüksek temposunu bir miktar azalmayla muhafaza etmektedir. Rusya’nın 2000 yılında 146 milyona çıktıktan sonra 2025 yılına kadar bütün artış varsayımlarına göre ciddi düşüşler göstererek 141 ila 126 milyon arasında bir sayıya inecektir. Almanya’nın durumu Rusya kadar panik gerektirmese de negatif bir durum arz etmektedir. Bu ülkelerin nüfus yapıları gereği sorunları sadece azalma değil ama aynı zamanda yaşlanmadır. Aşağıdan gelen genç nüfus yetersizliğinden dolayı kendi yaşlılarının sorun ya da ayak bağı olarak algılanacakları bir dönem bu tür demografik özelliklere sahip toplumların kapısını çalmaktadır. Türk devletleri içerisinde en kısa ikiye katlanma süresine 43 yıl ile Özbekistan, sonra sırasıyla 46 yıl ile Türkmenistan, 63 yıl ile Türkiye, 69 yıl ile Kırgızistan, 87 yıl ile Azerbaycan ve nihayet içinde yoğun olarak bulunan Rus nüfusun artış hızının düşük olmasından dolayı 116 yıl ile Kazakistan gelmektedir. Bu süre Libya için 24 yıl, Irak içinse 29 yıldır (Tablo 1).

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki nüfus artış hızının Eski Sovyetler Birliği’nin diğer bütün cumhuriyetlerinden daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bu durum, Orta Asya’da yaşayan Türk nüfusunun ülkenin geri kalanından çok daha hızla artmakta olduğunu göstermektedir. Böylece, Rus nüfusu içindeki Orta Asya nüfusunun oranı da aynı şekilde artmaktadır.
Örnek olarak Özbekistan ele alınırsa nüfusun 1960’lı yıllarda hızla arttığı, 1968-1969 yıllarında bu artışın en yüksek seviyesine çıktığı ve ardından inişe geçtiği görülmektedir. Nüfus artışı hızının yavaşlaması ilk önce 1966-1967 yıllarında şehirlerde görülmeye başlamıştır. Aynı gelişme diğer ülkelerde de yaşanmıştır. Kırgızistan’da net artış hızının 1958-1959 yıllarında 1,909, 1964-1965’de 2,022, 1970-1971’de 2,265 ve 1975-1976’da ise 2,115 olduğu bilinmektedir. (Vicsnevky, 1988). İkinci Dünya Savaşı sonrası görülen hızlı nüfus artışı göç hareketlerinden değil de özellikle doğal nüfus artışından ileri gelmektedir. Doğum sayısı çok açık bir farkla ölüm sayısını geçmiştir. Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapan bu bölge 19. yüzyıl sonunda Rus sömürge yönetimine geçince köklü değişikliklere sahne olmuştur. Bu değişiklikler, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını da etkilemiştir.

Özbekistan Cumhuriyeti’ne Eski Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerinden göçmenler gelmiş ve etnik yapıda farklılıklar daha da artmıştır. 1926 nüfus sayımında Özbekistan’da 91 etnik grup varken bu sayı 1959 sayımında 113’e, 1970 sayımyında ise 123’e çıkmıştır. Kırgızistan’da bu rakam 1926’da 47 iken, 1970’de 80’e çıkmıştır. Özbekistan’da esas unsur dışındaki halkın oranı (Ruslar, Ukraynalılar, Tatarlar, Koreliler, Azeri Türkleri) 1926-1979 yılları arasında yüzde 9,5’dan yüzde 20’ye çıkmıştır. Aynı dönemde Özbek Türklerinin kendi vatanlarındaki oranları yüzde 74,2’den yüzde 68,7’ye düşmüştür.

1950-1995 döneminden 1995-2025 dönemine geçerken nüfusun ortalama yıllık artış hızında hem gelişmiş Batı toplumları için hem de Türk devletleri için ciddi düşüşler ortaya çıkmıştır. Irak ve Libya gibi toplumlarda artış hızındaki düşüş nispeten düşük kalmıştır. Söz konusu dönemde Almanya ve Rusya zaten %1’in altında olan değerlerden eksi değerlere gerilerken, Türk Devletleri %2-3 civarındaki değerlerden yüzde yarım ile bir buçuk arasında bir aralığa gerilemiştir (Tablo 2). Türk Devletlerinin yönetimleri, artık artış hızındaki düşüşü acilen yavaşlatacak tedbirleri araştırmaya başlamalılar. Zira Batı’dan bildik tecrübeleri tekrar yaşamaya gerek olmadığı gibi; demografik göstergeler belirli bir aşamadan sonra yapılan müdahalelere duyarsız kalmakta ve tepki vermemektedir.

3.2. Yerleşim Yerlerine Göre Nüfus ve Artış Hızı

1994 yılında yapılan bir araştırmada, Türk Cumhuriyetleri arasında kentsel yerleşim alanlarında yaşayan nüfus oranının Türkiye’de en yüksek olduğu ortaya konulmuştur. Kazakistan ve Azerbaycan’da toplam ülke nüfusunun yarısından fazlası kentsel yerleşim bölgelerinde yaşamaktadır. Bu oranın Kırgızistan’da en düşük olduğu görülmektedir. Türkmenistan’da bu oran yüzde 44.8, Özbekistan’da ise yüzde 41.1 olarak açıklanmıştır. Nüfusun kentsel alanlarda yaşama oranı gelişmişlik düzeyinin bir göstergesidir. Ekonomik kalkınma sürecini tamamlamış olan ülkelerde bu oran hemen hemen ortadan kalkmış gibidir. Türk Cumhuriyetleri ekonomik ve sosyal kalkınma sürecini henüz tamamlamamışlardır. Kentsel yerleşim alanlarında yaşayan nüfus oranının toplam ülke nüfusunun en azından yarısını aşmış olması da kalkınma sürecinde olumlu mesafe alındığının bir göstergesidir. Kentsel ve kırsal yerleşim alanları arasında yaşam kalitesi bakımından çok farklılıklar olması, kentleşme sürecinin henüz tamamlanmadığının bir göstergesidir. Kentsel örgütlenmenin devam ettiği görülmektedir.

Kentli nüfusun ortalama artış hızının en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. 1950-1955 yılları arasında kırsal yerleşim bölgelerinden kentsel yerleşim bölgelerine doğru yoğun bir göç hareketi yaşanmıştır. Benzer bir şekilde aynı dönemde Kazakistan’da da yoğun bir göç yaşanmıştır. Kırsal yerleşim bölgelerinden kentsel yerleşimlere gelen nüfus, doğurganlık davranışını aynı şekilde sürdürmektedir. Böylece kentsel nüfusun artışı hem doğal artışdan hem de göç hareketine bağlı olarak arttığı görülmektedir. Göç eden kır nüfusunun doğurğanlık hızları yavaş yavaş azalmaya başlamıştır. Kazakistan’ın kentsel nüfus artış hızı Türkiye’den sonra ikinci en yüksek değere sahiptir. Eski Sovyetler Birliği dönemi ülkedeki esas unsur dengesinin bozulması için devamlı Rus nüfus yerleştirme politikalarının uygulandığı dönem olmuştur. 2000 yılından 2015 yılına kadar olan on beş yıllık dönem için kentsel nüfus artış hızı incelendiğinde, başlangıçta en yüksek değerlere sahip olan Türkiye ve Kazakistan hariç bütün cumhuriyetlerde artış eğilimi göstermektedir.

Türkiye ve Kazakistan hariç diğer dört Türk devletinde kentsel nüfus artışının artarak devam etmesi bu ülkelerde başlangıçta kentleşme düzeyinin nispeten düşük olması ve Sovyet sonrası dönemde kırsal geçim imkanlarının daralmasıyla kentlere doğru bir göç oluşmasıyla izah edilebilir. Kırsal nüfus gelişmiş az gelişmiş bütün ülkelerde düşmektedir. Farklılık sadece bu düşmenin şiddetindedir. Ancak belirli bir aşamadan sonra kır kaynaklı göçler kentli nüfusun artış hızını açıklama özelliğini yitirecektir. Kırsal alandan kentsel alana doğru gerçekleşen göç nüfusun genç ve dinamik kesiminde ağırlık kazanmaktadır. Kırda kalan nüfusun bu nedenden dolayı giderek yaşlanması kırsal doğurganlığı da düşürecek ve buna bağlı olarak zamanla kentler üzerindeki göç baskısını da sona erdirecektir. Bu aşamadan sonra kentli nüfusun artışının tamamına yakın kısmını kendi doğurganlığı açıklayacaktır. Nitekim Türk Devletleri için 2000 yılı kent ve kır artış hızlarına bakıldığında bir taraftan diğerine bir akımın var olduğunu görebilmek mümkün iken, 2015 yılına gelindiğinde bu ilişkinin bozulduğu ve kentlerdeki artış hızıyla kırsal alandaki azalış hızının benzerliğini yitirdiğini gözlemlemek mümkündür (Tablo 3).

Kazakistan’ın başlangıçtan itibaren hızlı artış oranlarına ulaşmasının nedenlerinden biri de eski Sovyetler Birliği’nin doğu bölgelerindeki tabi kaynakları işletmeye açmasıdır. 1950’li yıllarda Kazakistan’da işlenmemiş topraklar işletmeye açılmıştır. Doğu bölgelerinin zengin doğal kaynakları bu bölgelere olan göç hareketini hızlandırmıştır.

1950 yılında Türkiye’de 4.4 milyon kişi kentsel yerleşim alanlarında yaşamaktadır. Kentsel nüfus büyüklüğü Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan’da 1 milyonun üzerine çıkmıştır. 2015 yılı için yapılan tahminlerde, Türkiye’de 69 milyon kişinin kentsel yerleşim merkezlerinde yaşaması beklenmektedir. Bu sayının Özbekistan’da 17 milyon kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Kazakistan’da kentsel nüfus 14 milyona ulaşabilecektir. Kentsel nüfus büyüklüğü, Azerbaycan’da 6 milyona, Kırgızistan’da 3.2 milyona ve Türkmenistan’da 3.1 milyona ulaşacağı yapılan tahminler sonucu ortaya konulmuştur.

Türk Cumhuriyetlerinde kentsel alanlarda yaşayan nüfusun yüzde dağılımları incelendiğinde, 1950 yılında Azerbaycan’da toplam ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 46.3’ü kentsel alanlarda yaşadığı görülmektedir. Diğer bir deyişle, kentli nüfus yüzdesi en yüksek olan ülke olma özelliğine sahiptir. Aynı yılda kentli nüfus yüzdesinin en düşük olduğu ülkenin ise Türkiye olduğu incelenen veriler sonucu ortaya konulmuştur. İkinci sırada yer alan Türkmenistan bu yerini 1965 yılında itibaren Kazakistan’a bırakmıştır. Sadece Kazakistan’da 1975 yılında kentli nüfus yüzdesi toplam ülke nüfusunun yarısına ulaşmıştır. 1950 yılında en az kentli nüfus yüzdesi 21.3 iken bu değerin 1970 yılında 38.4’e ulaştığı görülmüştür.

2015 yılında itibaren yapılan kentli nüfus yüzdeleri tahminleri incelendiğinde, Kırgızistan dışında bütün diğer Türk Cumhuriyetlerinde kentsel alanlarda yaşaması beklenen nüfus yüzdesi toplam ülke nüfuslarının yarısını geçeceği tahmin edilmektedir. 2015 yılında, Türkiye’de toplam ülke nüfusunun yüzde 84.5’inin kentsel yerleşim alanlarında yaşaması beklenmektedir. Kentsel nüfus yüzdesinin ikinci olarak en fazla yüzdeye sahip olması tahmin edilen Cumhuriyet olan Kazakistan’da bu yüzde 68.4 oranında gerçekleşebilecektir. Daha sonra ise Azerbaycan’ın yüzde 64.0 olması varsayılan kentsel nüfus yüzdesi ile yapılan sıralamada üçüncü sırada yer alması beklenmektedir. Sırasıyla, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi diğer Orta Asya Cumhuriyetlerinin kentsel nüfus yüzdesi sıralamasında yer alacağını söylemek mümkündür (Tablo 3).

2015 yılından itibaren kırsal alanlarda yaşaması beklenen nüfusun toplam ülke nüfusuna oranlaması yapıldığında ortaya çıkan sonuca göre bir sıralama yapıldığında Kırgızistan Cumhuriyeti’nin ilk sırada yer alabileceği görülmektedir. En son sırada yer alması beklenen Türkiye Cumhuriyeti’nde bu değerin yüzde 15.5 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Daha sonra ise Özbekistan Cumhuriyeti ikinci sırada, Türkmenistan Cumhuriyeti üçüncü sırada, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin dördüncü sırada ve Kazakistan Cumhuriyeti’nin ise beşinci sırada yer alması beklenmektedir (Tablo 3).

Sonuç olarak 21. yüzyıl, Türk Cumhuriyetlerinin hızlı bir kalkınma sürecine gireceği ve pek çoğunun bu süreci tamamlamış olacağı bir dönem olacaktır. Kırsal yerleşim alanlarında yaşayan nüfus azalmaya başlayacaktır. Doğal olarak, kentsel yerleşim alanlarında yaşayan nüfusun artması sonucu ortaya çıkmaktadır. Kırsal alanlarda yaşayan nüfusun artış hızı daha çok doğal nüfus artışından dolayı olacaktır. Kentsel yerleşim alanlarına göç eden nüfusun, belli bir süre yüksek doğurganlık davranışını sürdürmesi beklenmektedir. İlerleyen zaman içinde kentlerde yaşayan kırsal nüfus bu yüksek doğurğanlık eğilimini terk etmeye başlayacaktır.

Kentleşme düzeyi en yüksekler arasında bulunan Belçika 1950’den itibaren %90’ı aşmıştır. Belçika 2015’te %98 oranında kentli nüfusa sahip olacaktır. Esas ilginç olan sonuçlar gelişmiş bir tarım ülkesi olduğu kabul edilen Hollanda için gözlenmiştir. En önemli gelirini tarım ve hayvancılıktan kazanan Hollanda 1950 yılında %15.8, 2000’de %10.7 ve 2015’te %9.0 oranında kırsal nüfusa sahip olacaktır. Dolayısıyla bir Hollandalı tarım işçisinin sağladığı katma değerle Türk dünyası rakamları karşılaştırıldığında olağanüstü büyük farklılıklarla karşılaşılmaktadır. Kentleşme oranında gelişmiş Batı ülkelerinin gerisine düşen Türk ülkeleri Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden ise ileri bir aşamayı tutturmuşlardır.

3.3. Nüfus Yoğunluğu

Nüfus ile üzerinde yaşadığı toprakların yüzölçümü arasındaki oran genellikle Nüfus Yoğunluğu olarak tanımlanmaktadır.

Nüfus yoğunluğu bakımından Türk Devletleri içinde en yüksek değere Azerbaycan sahiptir. Daha sonra sırasıyla Türkiye, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan gelmektedir. Kazakistan Türkiye’nin üç katından büyük coğrafyasıyla nüfus bakımından dünyanın en seyrek ülkelerinden birisidir. En yoğun değere sahip olan Azerbaycan bile bu konuda dünyanın en yoğun değerlerini taşıyan Hollanda ve Japonya’dan üç kat daha seyrek bir yoğunluğa sahiptir. Nüfus yoğunluğuyla kalkınma düzeyi arasında doğrudan ya da dolaylı bir sebep-sonuç ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir. Zaman zaman nüfusla ilgili lehte yahut aleyhte görüş sahibi olanların ifade ettiği gibi, bizzat nüfus yoğunluğunun düşük ya da yüksek olmasının ekonomik ve sosyal kalkınmanın aşamalarıyla herhangi bir şekilde ilişkilendirilmesi, bilimsel olarak dürüst ve doğru bir davranış tarzı değildir.

3.4. Nüfusun Yaş ve Cinsiyet Yapısı

Bu bölümde ele alınan ülkelerde nüfus kitlesinin beşerli yaş gruplarına ve cinsiyete göre gösterdiği bileşim şekli incelenecektir.

Türk Devletlerinin nüfus yapıları ele alındığında genç nüfusa sahip oldukları ilk dikkati çeken unsur olmaktadır. 1950 yılı nüfus verilerine bakıldığında Türk Devletlerinin toplam 39 milyon kişilik bir nüfusa sahip oldukları görülmektedir. Bütün Türk Cumhuriyetleri’nde toplam nüfusun 2000 yılında 124 milyona, 2025 yılında ise 167 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Buna göre en kalabalık Türk Devleti Türkiye olacaktır. Türkiye’yi sırasıyla Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kırgızistan takip edecektir. Kırgızistan 2000 yılında Türkmenistan’dan daha büyük bir nüfusa sahipken 2025 yılında Türkmenistan’ın gerisinde kalacaktır.

Türk ülkelerinde nüfusun yaş gruplarına göre tasnifinden dünya tarihinin önemli olaylarının izine ulaşmak mümkündür. I. ve II. Dünya Savaşlarının yaş yapısı üzerindeki etkileri çok açık olarak bütün Türk Devletlerinde görülmektedir. Nispeten Türkiye’de II. Dünya Savaşı’nın nüfus üzerindeki etkisi daha hafif kalmıştır. II. Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen Türkiye nüfusundaki etkinin sebebi erkek nüfusun uzun yıllar silah altında tutulmuş olmasıdır. Azerbaycan ve Orta Asya’daki Türk devletlerinin nüfusunda özellikle II. Dünya Savaşı büyük izler bırakmıştır.

3.4.1. Azerbaycan

Azerbaycan nüfusunun 2000 yılı itibarıyla %4.2’sini, 2025 yılında ise %1.6’sını Ruslar teşkil edecektir. Cinsiyet oranları inceleme dönemi boyunca hep kadınların lehinde gerçekleşecektir. 1950’de toplam erkek nüfusun 1.363 bin, kadın nüfusun ise 1.533 bin olduğu anlaşılmaktadır. Bu değerlerin, 2000 yılında sırasıyla 3.842 bin ve 3.986 bine ulaştığı bilinmektedir. 2025 yılında ise 4.797 bin olan erkek nüfusa karşılık 4.917 bin kadın nüfus tahmin edilmektedir (Tablo 5).

3.4.2. Kazakistan

Kazakistan nüfusunun 2000 yılında %44.2’sini, 2025 yılında ise %34.1’ini Ruslar teşkil edeceği tahmin edilmiştir. 1 Kazakistan’da nüfusun cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, kadın nüfusun erkek nüfustan sayısal olarak daha fazla olduğu görülmektedir. 1950 yılı verileri incelendiğinde, yaklaşık 7 milyonluk nüfusun 3.244 bini erkek, 3.459 bini kadın; 2000 yılında 17 milyon kişinin 8.235 bini erkek, 8.691 bini kadın; 2025 yılına gelindiğinde ise 20 milyonu aşkın nüfusun 9.803 bini erkek, 10.242 bini kadınlardan meydana gelecektir (Tablo 6).

3.4.3. Kırgızistan

Kırgızistan nüfusunun 2000 yılında %23.4’ünü, 2025 yılında ise %13.5’ini Ruslar oluşturacaktır. Kırgızistan’da yaş gruplarına göre nüfus dağılımı incelendiğinde, diğer Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi genç ve dinamik bir nüfus yapısına sahip olduğu söylenebilir. Cinsiyet farklılaşmasına göre toplam ülke nüfusu ele alındığında, 1950 yılı verilerine göre erkek nüfusun 829 bin ve kadın nüfusun ise 911 bin; 2000 yılında erkek nüfusun 2.228 bin, kadın nüfusun 2.315 bin kişi olduğu bilinmektedir. 2025 yılı tahminine göre ise ülkede 2.925 bini erkek, 3.025 bini kadın olmak üzere toplam olarak yaklaşık 6 milyona ulaşan bir nüfus yaşıyor olacaktır. Cinsiyet dengesinin ele alınan bütün dönemler boyunca kadınların lehine seyrettiği dikkati çekmektedir (Tablo 7).

3.4.4. Özbekistan

Eski Sovyetler Birliği’nde 1989 yılında yapılan genel nüfus sayımına göre Özbekistan nüfusu 22 milyondur. Özbekistan’ın 2000 yılı itibariyla yüzde 7.8’i, 2025 yılı itibarıyla da %3.8’i Rus nüfusundan oluşmaktadır. 1950 yılı nüfus verilerine göre erkek nüfusun yaklaşık olarak 3.057 bin, kadın nüfusun ise 3.256 bin olduğu bilinmektedir. Bu değerler, 2000 yılı için sırasıyla 12.430 bin ve 12.590 bin olarak gerçekleşmiştir. 2025 yılında ise erkek nüfusun 18.178 bin ve kadın nüfusun ise 18.320 bin olacağı tahmin edilmektedir (Tablo 8).

Özbekistan, yetişkin ve yaşlı nüfusun en az olduğu Orta Asya ülkesi olma özelliğine sahiptir. Diğer bir değişle, yetişkin ölümlülüğünün en yüksek olduğu ülkedir. 0-4 ve 5-9 yaş grubunda yer alan çocuk nüfusunda fazlalığı dikkatleri çekmektedir. Özbekistan Cumhuriyeti’nde 2000 ile 2010 yılları arasındaki dönem için yapılan nüfusun yaş gruplarına göre tahminleri aynı yıllarda devam etmesi beklenen yüksek doğurganlık eğiliminin bir göstergesidir. Bu dönemde, çocuk ve genç yaştaki nüfusun genel nüfus içindeki ağırlığı dikkati çekmektedir.

60 ve daha fazla yaş grubunda yer alan nüfusun az olması, nüfusun dinamik bir yapıya sahip olacağının bir diğer göstergesidir. 2000 yılı için yapılan tahminlerde, kadın ve erkek nüfus birbirlerini dengelemektedir. Olumlu bir özellik olarak nitelendirilebilen bu durum, aynı zamanda ülkedeki cinsiyet oranının kabul edilebilir oranlar dahilinde olabileceğinin bir başka ifadesi anlamına gelmektedir.

Nüfusun genç olması ülkeye bir dinamik yapı kazandıracaktır. Fakat, bu olumlu sonuç çalışma çağındaki nüfusun artması anlamına da gelecektir. Herkese iş imkanı sağlanması, ülkedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi gereklidir. Aksi takdirde kentlerde çöküntü bölgelerinin oluşması söz konusu olacaktır. Özellikle 2025 yılında yaşlı nüfus oranının artacağını da söylemek münkündür. Bu durum, yaşlı nüfus için sosyal ve kültürel aktivitelerin artırılması ve kentlerin yaşlı nüfusun da ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmesi gerektirecektir. Konu genç nüfus açısından ele alındığında, çalışma koşullarının iyileştirilmesinin ve iş imkanlarının artırılmasının gerekliliği ortaya çıkacaktır (Tablo 8).

3.4.5. Türkiye

1923 yılı nüfus tahminlerine göre yaklaşık olarak 12.5 milyon olan Türkiye Cumhuriyeti nüfusu, 1927 yılında yapılan ilk genel nüfus sayımı sonucuna göre 13.5 milyona yükselmiştir. 1950 yılında Türkiye’de 10.457 bini erkek, 10.354 bini kadın olmak üzere 20.811 bin kişi yaşamaktadır. İlk nüfus sayımını izleyen yıllarda göreli olarak düşük olan ülke nüfusu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra artmaya başlamıştır. 2000 yılı verileri incelendiğinde bu hızlı nüfus artışı sonucunda ülke 33.199 bini erkek ve 32.532 bini kadın nüfus olmak üzere toplam 66 milyona yaklaşan bir nüfus büyüklüğüne sahip olmuştur. 2025 yılı tahminlerine göre 43.005 bini erkek, 42.788 bini kadın olmak üzere 86 milyona yakın bir nüfus büyüklüğü söz konusu olacaktır.

2000 yılı için yapılan tahminlerde genç nüfusun oranının yüksek olduğu görülmektedir. Bu durumun, azalarak da olsa süreceğini söylemek mümkün olabilir. Doğurganlık hızlarındaki azalmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan bu durumun 21. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmesi beklenmektedir (Tablo 9). 2000 yılından itibaren azalma eğilimine gireceği tahmin edilen doğurganlık davranışının bir sonucu olarak 2025 yılı 0-20 yaş nüfusunun azlığı dikkati çekmektedir. Buna bağlı olarak çalışma çağı nüfusunun fazla olacağı ve bağımlılık oranının düşeceği de tahmin edilmektedir. Ortalama yaşam süresinin uzayacağını söylemek mümkündür. 60 ve yukarısı yaş grubunda olan nüfusta da bir artış eğilimi gözlenmektedir.

3.4.6. Türkmenistan

Türkmenistan’da 2000 yılı itibariyle toplam ülke nüfusunun yüzde 91.6’sını esas unsur nüfusu oluşturmaktadır. Ülkede yüzde 8.4 oranında Rus bulunmaktadır. Kaba Doğum Hızı binde 28.6 olan Türkmenistan’da ülke dışına olan göç çok az gerçekleşmiştir.

1950 yılı nüfus verileri incelendiğinde 593 bin erkek nüfusa, 618 bin de kadın nüfusa sahip olduğu görülmektedir. 2000 yılında toplam ülke nüfusundaki artışa bağlı olarak erkek nüfusun 2.218 milyona ve kadın nüfusun ise 2.263 milyona ulaştığı görülmektedir. 2025 yılında ülkede 3.209 milyon erkek nüfus ve 3.261 milyona yakın kadın nüfus bulunacağı görülmektedir (Tablo 10).

3.5. Çalışma Çağı Nüfusu ve Bağımlılık Oranı

Bu bölüme burada ele alınacak kavramlarla ilgili bir ön açıklamayla başlamak uygun olacaktır. Çalışma Çağındaki Nüfus: Çalışma hayatının normal yaş sınırları olarak kabul edilen 15-64 yaşlarındaki nüfusu ifade eder. Çalışmayan Nüfus: Ekonomik değerlerin üretiminde rol oynamayan fertlerin meydana getirdiği kitledir. Çalışan nüfusun üretimiyle geçindiği için bu kitleye çoğunlukla "Bağımlı Nüfus” adı verilir.

1950 yılında Türk Devletleri içinde en yüksek bağımlılık oranına sahip olan Türkiye’dir. Kazakistan çok yakın bir değerle Türkiye’yi takip etmektedir. Azerbaycan üçüncü en yüksek bağımlılık oranına sahiptir. Bu üç ülkenin bağımlılık oranlarında 1950-2025 döneminin sürekli bir düşüşün yaşandığı dönem olacağını yapılan projeksiyonlar ortaya koymaktadır.

Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan’da ise 1950’de düşük olan bağımlılık oranları 2000’e gelindiğinde en yüksek seviyelerine ulaşarak diğer üç ülkeyi geride bırakmıştır. 2000-2025 arası dönemde ise daha hızlı bir düşüşle aşağı yukarı Türk ülkeleri ortalaması diyebileceğimiz %40-50 aralığına geleceklerdir. Buradaki verilerden hareketle Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ın demografik dönüşüm sürecine Türkiye, Kazakistan ve Azerbaycan’dan daha geç girdikleri rahatlıkla söylenebilir. 65 ve yukarı yaş grubunun bağımlılık oranı içindeki payına bakılacak olursa bu daha rahatlıkla anlaşılacaktır. Türkiye ve Kazakistan’da sürekli yükselen bu grubun oranı, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’da 1950-2000 arası düşmüş, 2000-2025 arası yükselişe geçmiştir. Azerbaycan’da ise 65 ve üstü yaş grubunun nüfus içindeki payı 1950-2000 döneminde aynı kalmış, fakat 0-14 yaş grubunun nüfus içindeki payı aynı dönemde azaldığı için 65 ve üstü yaş grubunun bağımlılık oranı içindeki payı nispi olarak yükselmiştir. Türk ülkeleri 65 yaş ve üstü bağımlı nüfus oranı 2000 yılında %10-20 arası bir değere sahipken gelişmiş ülkelerde bu oran %40-50 civarındadır. 0-14 yaş grubunun bağımlılık oranı içindeki payı Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan hariç Tablo 11’de yer alan bütün ülkeler için 1950-2025 arası sürekli düşüş göstermiştir. Bu üç ülkede ise 19502000 arasında yükselmiş, 2000-2025 arasında düşmeye başlamıştır (Tablo 11).

Türk toplumları, çalışma çağı dışındaki yaşlı nüfus açısından 2025 yılında gelişmiş Batı toplumlarının 1950 yılındaki durumlarına benzer bir durumda olacaktır. Bu gidişi tersine çevirmenin bilinen insani bir yöntemi bulunmadığına göre, şimdiden yaşlılara yönelik demografik projelerin gündeme alınması gereklidir. Bu duruma uygun istihdam politikalarının üretilmesi ve beşeri kaynaklar planlamasının da bir an önce yapılması zorunludur.

3.6. Cinsiyet ve Çocuk-Kadın Oranları

Bu bölümde cinsiyet ve çocuk-kadın oranları incelenecektir. Cinsiyet Oranı: Bir ülkenin genel nüfusunda kadın ve erkek olarak iki cinsin toplamı arasındaki orandır. Genellikle bu oran 1000 kadına düşen ortalama erkek sayısı şeklinde gösterilir. Çocuk-Kadın Oranı: Doğurgan çağdaki 1000 kadına düşen 0-4 yaşlarındaki ortalama çocuk sayısıdır.

1950-2025 döneminde Türkiye hariç Türk ülkelerinde cinsiyet oranları nispeten daha düşük bir seviyeden başlamış ve sürekli yükselme eğilimi göstermiştir. Türkiye’de ise nispeten yüksek bir seviyeden başlayarak 1950-2000 döneminde yükselmiş, 2000-2025 döneminde düşüşe geçmiştir. Cinsiyet oranı Rusya’da dikkat çekici bir şekilde düşüktür. Doğuştaki cinsiyet oranlarının dışında, katıldıkları büyük savaşlarda çok miktarda erkek nüfus kaybetmiş olmaları ve erkek nüfus için ortalama yaşam beklentisindeki gelişmelerin nispeten yavaş olması da bu düşüklüğün nedenleri arasındadır. Doğrudan olmasa da nüfus artış hızıyla cinsiyet oranı arasında güçlü bir korelasyondan bahsetmek herhalde yanlış bir ifade olmaz.

Tablo 12’de 1950-2025 dönemi çocuk-kadın oranlarına bakıldığında Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan hariç Türk ülkelerinde bir düşüş trendiyle karşılaşılır. Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’da doğurgan çağdaki 1000 kadın başına düşen 0-4 yaşlarındaki çocuk sayısı 1950’den 2000’e kadar ciddi şekilde artmıştır. Ancak bu sayı 2000’den sonra 2025’e kadar yaklaşık 300 ortalamaya gerileyecektir (Tablo 12).

3.7. Diğer Demografik Kriterler

Bu bölümde kaba doğum oranı, kaba ölüm oranı, doğal artış oranı, toplam doğurganlık, bebek ölüm oranı ve cinsiyete göre doğuştaki yaşama umudu incelenecektir. Kaba Doğum Oranı: Bir yıl içinde kaydedilen canlı doğumların sayısının o yılın genel nüfusuna oranlanmasıdır. Kaba Ölüm Oranı: Bin nüfusa düşen yıllık ortalama ölüm sayısıdır. Doğal Artış Oranı: Yıl içindeki doğumlarla ölümler arasındaki farkın o yılın ortalama genel nüfusuna oranıdır. Toplam Doğurganlık Oranı: Nüfus kuşağı esasına göre kadınların 15-49 yaşları arasında doğurgan oldukları süre boyunca ortalama olarak doğurabilecekleri çocuk sayısını gösteren hipotetik bir orandır. "Bir ülkede nüfusun sabit kalabilmesi için her kadının kendi yerini alacak bir kız çocuğu bırakması gerekmektedir. Bu da ortalama olarak kadın başına 2.2 canlı doğum demektir. Fakat gerek ölüm yüzünden, gerek kısırlık gibi biyolojik etkenler, gerek bekar kalma ve gayrimeşru ilişkilerin hoş karşılanmaması gibi sosyal etkenler ve kız çocuğunun dışarıya göç etmesi ve yerinin doldurulmaması gibi nedenler yüzünden canlı doğmuş her kız çocuğu üreme süreci içinde annesinin yerini alamamaktadır. Bu yüzden en ideal şartlarda bile nüfusun sabit kalması için gerekli olan ortalama canlı doğum sayısı 2.2’yi aşmaktadır” (Cerit, 1983). Bebek Ölüm Oranı: Birinci yaş gününe henüz ulaşmamış bebekler arasında bir takvim yılında kaydedilen ölümlerin, o takvim yılındaki doğumlara oranıdır. Özellikle bu oran, ülkelerin sosyoekonomik düzeyinin belirgin bir göstergesidir. Doğuştaki Yaşama Umudu: Bireylerin doğumdan itibaren ortalama olarak kaç yıl yaşayabileceğini hayat tablosuna göre ortaya koyan hipotetik bir hesaplamadır.

Orta Asya Cumhuriyetlerinde, demografik geçiş sürecinin yaşandığını söylemek mümkündür. Bu süreç İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirgin olarak görülmeye başlanmıştır. Savaş sonrasında, yüksek doğum ve ölüm hızları yerlerini yavaş yavaş düşük doğum ve ölüm hızlarına bırakmıştır. Düşük ölüm hızı belli bir dönem artışa geçmiş olmasına rağmen geleneksel olarak doğurganlık hızı yüksek kalmıştır. Bu yüksek doğurganlık hızı son yıllarda düşüş eğilimine geçmiştir. Bu düşüş eğilimine rağmen bölgedeki bütün cumhuriyetlerin nüfusunun hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir. Türkiye’de, yüksek doğurğanlık eğiliminin devam ettiği bilinmektedir. Kaba ölüm hızında düşme eğilimi görülmesine karşın bebek ölümleri halen yüksek seyretmektedir. 1960’lı yıllardan itibaren, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yaşam standartının yükselmesi ile doğum hızı da yükselmiştir. Kadın sağlığına önem verilmeye başlanmıştır. Doğal olarak, bu cumhuriyetler geleneksel çok çocuklu aile yapısını anılan tarihlere kadar ve özellikle kırsal kesimlerinde korumuşlardır. Özellikle, 1970’li yıllarda, bazı Orta Asya Cumhuriyetlerinde çocuk sayısında azalma görülmeye başlanmıştır. Bu azalma eğilimi ilk dönemlerde kentlerde yaşayan ve eğitim seviyesi yüksek gruplarda, daha sonra ise toplumun diğer gruplarında görülmüştür. İstatistiklerde sık sık yer almaya başlayan bu olay toplam doğurganlık hızındaki artışı tersine çevirmeye başlamıştır. Özellikle 20 ile 40 yaş grubunda yer alan kadınların doğurganlık eğilimleri, doğurganlık hızında belirleyici hale gelmiştir. 1985 yılından itibaren Türk Devletlerinin doğurganlık düzeyi incelendiğinde, Kaba Doğum Hızlarında düşme eğilimi görülmektedir. Türkmenistan, bütün Türk Cumhuriyetleri arasında en yüksek Kaba Doğum Hızına sahiptir. Daha sonra Özbekistan ve Kırgızistan’da Kaba Doğum Hızlarının yüksek olduğu görülmektedir. Orta Asya Cumhuriyetlerinde 1960’lı yıllarda bütün yaş gruplarında yaşa özel doğurganlık hızı artmıştır. Ancak, 1980’li yıllara doğru bir düşüş eğilimi Kırgızistan’da özellikle 30 ile 40 yaş grubunda, Türkmenistan’da ise 20 ile 25 yaş grubu ve 30 ile 40 yaş grubu arasında kendisini göstermeye başlamıştır. Daha sonra, bu düşüş eğilimi bütün yaş gruplarında hissedilmiştir. Bütün Orta Asya Cumhuriyetlerinde saptanan çocuk sayısı 1950’li yılların (1930’lu yılların sonunda doğan yaş grubu) ikinci yarısındaki yaş grupları kuşağına ulaşmıştır. Özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde, doğum hızlarının azaldığı bir döneme girilmiştir.

1960’lı yıllarda üyelerinin çoğunluğunu Türkmen Türklerinin oluşturduğu köylü kooperatiflerinde çalışanlar arasında bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırmada, Türkmen kadınlarına "Hayatınız boyunca kaç çocuk sahibi olmak istiyorsunuz?” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Soruya verilen cevapların değerlendirmesi sonucunda Türkmen kadınlarının çocuk sahibi olma konusunda bir kaygılarının bulunmadığı ortaya çıkmıştır. Bir başka deyişle, bu sorunun kesin bir cevabının bulunmadığı tespit edilmiştir. Kadınların yaklaşık yüzde 80’ni "Yapabildiğimiz kadar, zira biz Türkmenlerde ne kadar çok çocuk olursa o kadar iyi olur” şeklinde cevap vermiştir. Kadınlara aynı zamanda "Ailenin kaç çocuk sahibi olması gerektiği önceden tespit edilmeli midir? ” şeklinde bir soru daha yöneltilmiştir. Görüşmeye katılan kadınların sadece yüzde 9.8’si "Ailelerin çocuk sayılarını önceden saptaması gereklidir” yönünde görüş bildirmişlerdir. Daha sonra yapılan benzer araştırmalarda, bu soruya verilen cevapların oranı değişmiştir. "İstenen çocuk sayısının önceden belirlenmesi gereklidir” şeklinde verilen cevapların dağılımı 20-24 yaş grubunda yer alan kadınlarda yüzde 23, 25-29 yaş grubunda yer alan kadınlarda yüzde 11.4, 30-34 yaş grubunda yer alan kadınlarda ise yüzde 8.9 ve 35 yaşından fazla kadınlarda yüzde 4.5 olarak bulunmuştur (Spapiro, 1988). 1975 yılında Özbek kadınlarına yönelik olarak yapılan benzer bir araştırma ailelerin geleceğe ilişkin kesin görüşleri olduğunu göstermektedir. "Hayatınız boyunca kaç çocuk istiyorsunuz?” şeklinde yöneltilen bir soruya kadınların yüzde 34.7’si kesin bir cevap vermemiştir. Kırsal kesim kökenli işçilerin hanımları ile orta ve üst seviye teknik eğitimli işçilerin hanımları arasındaki belirsiz cevap oranı ancak yüzde 6 düzeyinde kalmaktadır. Bununla birlikte, istenilen ve sahip olunan çocuk sayısının kesin bir şekilde saptanmasının doğum sayısının sınırlı tutulduğu anlamına gelmemektedir. Ancak, kırsal kökenli birçok aile halen kalabalık bir aile kurmayı istemektedir. Kırsal kökenli olan ve orta eğitimini tamamlamamış veya daha az bir eğitim seviyesine sahip Özbek kadınlara yönelik olarak yapılan bir araştırmada, bu grup kadınların yüzde 34.7’sinin 4-5, yüzde 20.5’inin 6 veya 7 ve yüzde 19.5’unun 8’den fazla çocuk istediği saptanmıştır. Hatta, aynı grup kadınlardan orta ve yüksek seviyede eğitim görenlerinin ise 4 veya 5 çocuk istedikleri saptanmıştır (Vicsnevky, 1988).

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde aile başına düşen çocuk sayısı doğurganlık düzeyinin belirlenmesinde tek başına yeterli olmamaktadır. İki doğum arasındaki süreler çok kısadır. Bunun bir sonucu olarak, çocuk ve bebek ölümlerinin yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin, 35 ve daha az yaş grubunda yer alan genç Özbek kadınlarının yüzde 32 ile 54’ünde ilk doğum ile ikinci doğum arasındaki süre bir yılı geçmemektedir. Bu grup kadınların ancak yüzde 11 ile 22’nin doğumları arasında yeterli bir süre bulunduğu saptanmıştır. Rusya Federasyonu’nda yaşayan Rus aileler, çocuk sayısını dengede tutmak istediklerinde doğum kontrol yöntemlerinden ziyade çocuk aldırma yöntemine başvurmaktadırlar. Aynı coğrafyada yaşayan Türk kadınlarında ise çocuk aldırma olayı ender olarak görülmektedir. 1975 yılında yapılan ankete göre Özbek kadınlar arasındaki çocuk aldırma olayı bütün gebelik vakalarında sadece yüzde 1 gibi çok az bir yer tutmaktadır. Bununla birlikte geleneksel aile isteği ve çok çocuk yapma eğilmi halen çiftler arasında belirgin şekilde kendini göstermektedir. Orta Asyalı nüfus bilimciler bunu din de dahil olmak üzere gelenek ve göreneklere, geçmişe bağlılığa dayandırmaktadırlar. Kalabalık ailenin üstün olduğu görüşü geleneksel kamuoyunda özellikle de kırsal kesimde yerini her zaman korumaktadır. Hatta şehirlerde bile, özellikle de belirli bir etnik kökenden gelmiş grupların yoğun olarak yaşadıkları eski yerleşim merkezlerinde kalabalık aile yaşantısı yoğun bir şekilde hissedilmektedir (Vicsnevky, 1988).

Orta Asya Cumhuriyetlerinde nüfusun fazla olması ancak bu nüfusa en iyi eğitim ve öğretim imkanlarının sağlanması koşuluyla anlamlı hale gelecektir. Avrasya’da sosyal ve ekonomik gücü ellerinde tutabilecek düzeyde nüfus olmasına rağmen halen bu gücün yeterince kullanıldığını söylemek mümkün değildir. Rusya Federasyonu’na ekonomik anlamda olan bağımlılık devam etmektedir.

Türk Cumhuriyetlerinde Toplam Doğurganlık Hızı Tablo 13’te gösterilmiştir. 1950 yılından 2000 yılına kadar olan elli yıllık zaman diliminde kadın başına sahip olunan çocuk sayısında azalma görülmektedir. Demografik geçiş sürecinin de iyi bir göstergesi olan bu eğilim, belirli bir süre için daha da azalmaya devam edecektir. Fakat, bu azalma eğilimi çok yavaş gerçekleştiğinden nüfus aynı zamanda artmaktadır. 1995-2000 dönemi verilerine göre kadın başına düşen çocuk sayısı Türkmenistan’da en yüksek değere sahipken Azerbaycan ve Kazakistan’da ise en düşük değerde kalmıştır.

1995-2000 döneminde Özbekistan’da yaşayan bir Özbek kadının bütün yaşamı boyunca 3.5 çocuğa sahip olacağı anlaşılmaktadır. Türkmen kadınların 3.6, Kırgız kadınların 3.2, Türkiye’de yaşayan kadınların 2.5 ve nihayet Azerbaycan ve Kazakistanlı kadınların 2.3 çocuğa sahip olacağı anlaşılmaktadır.

Ölüm hızı incelendiğinde devrimden önce Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki ölüm hızı komşu ülkeler olan Hindistan, İran, ve Afganistan ile aynı seviyede bulunmaktadır. Bebek ölümleri çok yüksek seviyededir ve salgın hastalıklar nedeniyle aşırı ölümler görülmekteydi. Ölüm hızlarının yüksek olma nedenleri arasında sağlık bilgisinin azlığı ve tıbbi imkanların yetersizliğini saymak mümkündür. On dokuzuncu yüzyıl sonunda ve yirminci yüzyıl başlarında Orta Asya’daki ölüm hızının yüzde 35 ile 39 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Yeni doğan bebeklerin dörtte biri bir yaşına basmadan ölmekte ve hatta daha sonraki yaş kuşaklarında da ölüm hızı nüfusu etkilemektedir. Aynı dönemde Ortalama Yaşam Umudunun 30 yıl civarında olduğu bilinmektedir. Devrimden sonraki on yıllık dönemde Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin yaşayış tarzında ve hayat koşullarında köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Ölüm hızının düştüğü görülmektedir. 1930’lu yılların sonunda Ortalama Hayat Umudu 40 yıla ve 1950’li yılların sonunda ise 67 yıla çıkmıştır. Bu süre erkeklerde 65 yıl, kadınlarda ise 70 yıla ulaşmıştır. 1930’lu yıllarda ölüm nedeni en çok bulaşıcı hastalıklardan kaynaklanmaktadır. 1950 ve 1970’li yıllarda ise ölüm nedenini daha çok orta ve ileri yaşlarda görülen kronik tarzdaki hastalıklar oluşturmaktadır. Bununla birlikte, Orta Asya Cumhuriyetlerindeki ölüm nedenleri arasında geleneksel ölüm nedenlerinin halen önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Özellikle kırsal kesimde sağlık kurallarına yeterince uyulmaması, geleneksel beslenme tarzı ve çocuk bakımındaki yetersizlikler ölüm hızlarının yüksek olmasında halen önemli bir yer tutmaktadır. Çocuk ölümleri, bağırsak ve solunum yolları hastalıklarından kaynaklanmaktadır. 1970’li yıllarda Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde solunum ve bağırsak yollarından kaynaklanan ölüm nedenleri birinci sırada yer alırken aynı dönemde diğer Sovyet bölgelerinde bu sırayı tümörden kaynaklanan hastalıklar oluşturmaktadır (Vicsnevky, 1988).

Bebek ve Çocuk Ölüm hızının düzeyi bir ülkenin yaşam standartlarının ve sağlık koşullarının önemli bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde hemen hemen yok denecek kadar az olan bu ölüm hızı gelişmekte olan ülkelerde oldukça yüksekdir. Bebek Ölüm Hızı Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde 1970’li yıllardan itibaren azalma eğilimi göstermesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nde halen yüksek seviyesini korumaktadır. 1985 yılı verilerine göre binde 65 değeri ile

Bebek Ölüm Hızının en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. Bebek Ölüm Hızı, annenin eğitim düzeyine, yerleşim yerlerinin niteğine ve sağlık koşullarına bağlı olarak en çok etkilenen demografik göstergedir.

Sovyetler Birliği’nde nüfusun yaşlanması diğer gelişmiş ülkelere nazaran daha geç başlamıştır. Devrimden önce Rusya’da 1897 Nüfus Sayımına göre toplam nüfus içindeki 60 yaş ve fazla yaş grubunda bulunanların oranı yaklaşık 1/15’dir. Bu oran 1927 Nüfus Sayımında herhangi bir değişiklikliğe uğramamıştır. Ancak 1930’lu yıllardan sonra Sovyetler Birliği’nde nüfusun yaşlanmasının işaretleri görülmeye başlanmıştır. 1939-1958 yılları ile 1959-1975 yılları arasında yaşlı nüfus oranı toplam nüfusun yüzde 13.3’üne ulaştığı görülmüştür. 1928 ve 1930’lı yılları arasındaki yıllık doğal artış hızı bin kişi için ortalama 19 ile 21 arasında değişmiştir. Demografik olaylar arasında daima bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Nüfusun yaşlanma sürecinin anlaşılabilmesi için aynı zaman dilimi içerisindeki diğer ölüm ve doğum hızlarının da birlikte ele incelenmesi gereklidir. Kaba Doğum Hızı bin kişi de 34 ile 44 arasında değişmiştir. Ölüm hızı ise 1913 yılında bin kişi de 29’a kadar düşmüştür. 1940 yılında ise bin kişide 18.1’e ulaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi bu seviye halen yüksektir. Çocuk ve bebek ölümleri incelendiğinde, 0-4 yaş grubu ölüm hızı bin kişide 75.8 olduğu görülmektedir. Eski Sovyetler Birliği nüfusu önce İkinci Dünya Savaşı sırasında, azalmaya başlamıştır. 1940 yılında 194.1 milyondan 1950 yılında 178.5 milyona kadar azaldığı bilinmektedir.

1939 yılında 0-49 yaş grubundaki azalma doğal olarak 1959 yılında 20-69 yaş grubunda 42.6 milyon kişinin azalmasına neden olmuştur. Hemem hemen bütün 1950’li yıllar ve 1960’lı yılların başında yıllık doğum sayısı 5 ile 5.3 milyon arasında değişmiştir. 1963 yılından itibaren doğum sayısı düşmeye başlamış ve 1967-1969 yılları arasında 4.1 milyon doğum sayısı ile en düşük seviyesine ulaşmıştır. Doğumda ortalama yaşam beklentisi Sovyetler Birliği’ndeki hayat standardının yükselmesine bağlı olarak 1955-1956 yılları arasında 67 yıla, 1971-1972 yılları arasında ise 70 yıla çıktığı görülmüştür. Ancak, yaşam süresinin uzaması savaş yıllarında kaybedilen nüfus açığının kapatılmasına yetmemiştir (Spapiro, 1988). Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin meydana gelen demografik gelişmeler şüphesiz Eski Sovyetler Birliği ile birlikte ele alınmak zorundadır. Günümüzde ise herbiri bağımsız bir Türk Cumhuriyeti haline gelen Orta Asya Cumhuriyetlerinde meydana gelen demografik olaylar tek başına ele alınabilir. Doğuşta Yaşam Umudu verileri incelendiğinde, 1995-2000 dönemi verilerine göre, Azerbaycan ve Türkiye’de erkekler için 66.5, Özbekistan’da 64.3, Kırgızistan’da 63.4, Kazakistan’da 62.8 ve Türkmenistan’da ise 61.2 yıldır. Aynı dönemde kadınların doğuştaki yaşama umudu Azerbaycan’da 74.5, Kazakistan’da 72.5, Kırgızistan’da 71.9, Türkiye’de

71.7, Özbekistan’da 70.7 ve Türkmenistan’da ise 68.0 yıldır. 1995-2000 döneminde kadınlarla erkekler arasındaki yaşama umudu farkları Kazakistan için 9.7, Kırgızistan için 8.5, Azerbaycan için 8.0, Türkmenistan için 6.8, Özbekistan için 6.4 ve nihayet Türkiye için 5.2 yıldır. Bu farklar Kazakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan için dikkat çekici bir şekilde yüksek çıkmıştır. 2020-2025 döneminde kadınların ortalama yaşam beklentisi 70’li yaşların oldukça ilerisinde, erkekler içinse 70 yaş civarında gerçekleşecektir (Tablo 13).

Tablo 13’te 1995-2000 döneminden itibaren Türk ülkelerinin kaba doğum oranları ciddi düşüşlerle gelişmiş Batı ülkelerinin biraz üstünde bir değere yerleşecektir. Kaba ölüm oranında Türk ülkelerinin Almanya ve Norveç’ten daha iyi durumda olmaları, bu ülkelerde yaşlı nüfus oranının çok yüksek olmasıyla açıklanabilir. Nüfusu daha genç olan Irak’ın 2020-2025 dönemindeki kaba ölüm oranının da benzer şekilde Türk ülkelerinden daha düşük gerçekleşmesi beklenmektedir. Kaba doğum ve kaba ölüm oranlarının farkını ifade eden doğal artış oranı %1 civarında bir ortalamaya sahip olacaktır. Almanya için eksi olan bu değer Norveç için de sıfıra çok yaklaşmış olacaktır. Toplam doğurganlık oranı 2020-2025 döneminde bu bahsin başında da ifade edilen 2.2 değerine çok yakın ama altında bir değer olan 2.1’de karar kılacaktır. Bu, Türk ülkelerinde nüfusun kendini yenileyebilmesi anlamında ciddi problemlerin o dönemden itibaren başlayacağının da işaretlerini taşımaktadır. Dikkat edilirse aynı toplam doğurganlık değerine sahip olan Norveç’te nüfusun büyümesinin neredeyse durmuş olduğu görülecektir. Almanya’da ise nüfus azalmaya devam edecektir. Sosyal ve ekonomik gelişmişliğin önemli kriterlerinden kabul edilen bebek ölümlülüğünde ise Türk ülkelerinin gelişmiş ülkelerden oldukça gerideki durumlarından henüz kurtulamamış olacakları tahmin edilmektedir. Ortalama yaşam beklentisinde ise Türk ülkeleri ortanın üste yakın evrelerinde olacaklardır. Dolayısıyla nüfusun yaşlanması anlamında olmasa bile yaşlı nüfusun miktarının hızlı artması anlamında bütün Türk ülkelerinde ciddi demografik yatırımlara ihtiyaç duyulacağı ortadadır.

4. Eski Sovyetler Birliği’ndeki Diğer Türk Toplulukları

Türk dünyası, önemli bir kısmı eski Sovyetler Birliği sınırları içerisinde olmak üzere geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu coğrafyada, birçoğu özerk cumhuriyetlerde yaşayan Türk toplulukları bulunmaktadır. Son olarak 1989 yılında bir Genel Nüfus Sayımı yapılmıştır. Buna göre bütün Türk nüfusu ayrı ayrı Türk topluluğu olarak sayıma dahil edilmemiştir. Nüfusları çok az olan Türk toplulukları, yaşadıkları bölgelerdeki nüfus bakımından büyük olan diğer topluluklarla birlikte sayıma dahil edilmişlerdir.

Bu çalışmada, "Türk” tabiri, Türk oldukları bilinen ve bu özellikleri tarihçiler tarafından da kabul edilen Türk toplulukları için kullanıldığı gibi, aynı zamanda köken itibarıyla Türk kültürünün birçok unsurunu taşıyan topluluklar için de kullanılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında yaşayan Türk nüfusun yaklaşık üçte ikisi Eski Sovyetler Birliği toprakları üzerinde yaşamaktadır. Bu coğrafyada yaşayan ve bağımsız bir devlete sahip olmayan Türk topluluklarının yaklaşık olarak yüzde 15’i Orta Asya ve Kafkasya Bölgesi’nde bulunmaktadır. Orta Volga ve Güney Urallar arasında bulunan bölgede de Türk toplulukları yoğun olarak yaşamaktadır. Yoğun biçimde yaşadıkları diğer bir bölge ise Sibirya Bölgesi’dir. Aynı zamanda Eski Sovyetler Birliği’nin batı bölgesi olarak adlandırılan ve Moldova, Ukrayna ve Litvanya Cumhuriyetlerini kapsayan coğrafyada da Türk toplulukları bulunmaktadır.

Orta Asya Bölgesi’nde yaşayan Türk toplulukları arasında Karakalpak Türkleri ve Uygur Türkleri bulunmaktadır. Bu topluluklardan Karakalpak Türkleri Aral gölü kıyısında Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetlerinin sınırlarının kesiştiği bölgede Özbekistan’ın sınırları içerisinde yer alan Karakalpak Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadır. Bu cumhuriyet aynı zamanda Karakalpakistan olarak da anılmaktadır. Arazisinin büyük bir kısmı çöl ile kaplıdır. Başkenti Nukus olan cumhuriyetin yüzölçümü 165 bin kilometrekaredir. 9 şehir ve 13 yerleşim bölgesine sahiptir. Doğal kaynakları arasında doğal gaz ve petrol önemli bir yer tutar. Tarım ürünleri arasında pamuk önemli bir yere sahiptir. Nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 50’den fazlası kırsal yerleşim alanlarında yaşamaktadır. Karakalpak Özerk Cumhuriyeti’nde esas unsur nüfusun yüzde 60’ını kapsamaktadır. Bununla birlikte toplam nüfusun yüzde 31’ini Özbek, Kazak, Türkmen ve Tatar Türkleri oluşturmaktadır. Geriye kalan yüzde ise Rus ve diğer etnik grupları içermektedir. Uygur Türklerinin ise çoğunluğu Çinliler tarafından Sincan-Uygur Özerk Cumhuriyeti olarak adlandırılan Doğu Türkistan’da yaşamaktadırlar. Bu grubun dışında kalan Uygur Türklerinin büyük bir kısmı Özbekistan Cumhuriyeti’nde olmak üzere Kazakistan ve Türkmenistan Cumhuriyetlerinde de Uygur Türkü yaşamaktadır.

Kafkasya Bölgesi’nde ise 20 Türk boyu yaşamaktadır. Bu Türk boylarından Avar, Lezgi, Dargin, Kumuk, Lak, Tabasaran, Nogay, Rutul, Tsahur ve Agullar Dağıstan Halkları olarak adlandırılmaktadır. Bu Türk boyları Dağıstan Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Bu Özerk Cumhuriyet Hazar denizinin batı kıyılarında ve Kuzey Kafkasya’nın doğu bölümünde yer almaktadır. Gürcistan ve Azerbaycan Cumhuriyeti ile ortak sınırı bulunmaktadır. Petrol, doğalgaz ve kömür başlıca yer altı zenginlikleri arasında sayılabilir. Bu Türk halklarından Avarlar, cumhuriyetin kuzey doğusunda yaşamaktadırlar. Nüfusun büyük bir çoğunluğu kırsal yerleşim bölgelerinde yaşamaktadır. Lezgiler, cumhuriyetin güneydoğu kesiminde yaşamaktadır. Darginlerin ise Dağıstan Cumhuriyeti’nin merkezi bölgelerinde yaşadıkları bilinmektedir. Darginlerin yerleşim bölgelerinin batısında Hazar denizi, güneyinde Tabasaran ve Agulların yerleşim alanları bulunmaktadır. Kuzeyde ise Kumuk Türkleri ile komşudurlar.

Kafkasya Bölgesi’nde yaşayan Karaçay Türkleri Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Cumhuriyetin güney batısında Abhazya, güneyinde Gürcistan Cumhuriyeti, batısında Adıge Özerk Cumhuriyeti, doğusunda ise Şetkale şehri bulunmaktadır. Balkar ve Kabardinler ise Kabardin-Balkar Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Bu cumhuriyet, güneyinde Kuzey Osetya Bölgesi, kuzeybatısında Gürcistan Cumhuriyeti, batısında ise Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti ile komşudur.

Çeçenler çoğunlukla Çeçenistan Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Güneydoğusunda Dağıstan Özerk Cumhuriyeti, güneyinde Gürcistan Cumhuriyeti, batısında sırasıyla Kuzey Osetya ve Kabardin-Balkar Özerk Cumhuriyeti, kuzeyinde ise Rusya Federasyonu bulunmaktadır. 1979 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre nüfusun hemen hemen tamamı anadilleri olan Çeçenceyi konuşmaktadır. İnguşlar da Çeçenler gibi Kafkas kavimleri arasında yer almaktadır. Tarihte birçok defa isim değiştiren ve toprakları dağıtılan Çeçen ve İnguş halkı 1944 yılında Kazakistan Cumhuriyeti’ne sürgün edilmişlerdir. "..Çeçen-Inguş Özerk Cumhuriyeti 1946’da evveliyatını da kapsayarak dağıtıldı, ama bu zamana kadar Çeçen-İnguş yer isimleri Rusça isimlerle zaten değiştirilmişti ve toprak yeni göçmenlere dağıtılmıştı. 1957’de Çeçen ve İnguş hakları resmen iade edildi, cumhuriyetleri yeniden kuruldu ve halkın evlerine dönmelerine müsaade edildi; ancak geri dönüşleri değişik kavimler arasında havanın gerilmesine neden oldu. Bu da ara sıra ciddi çatışmalara neden oldu, 1958’de olduğu gibi.. İnguşların 1979’daki bölgesel dağılımını gösteren istatistiklerden anlaşılıyor ki, çok sayıda İnguş henüz dönmüş değildir ve halen Orta Asya’da yaşamaktadırlar..” (Akıner, 1995).

Adıgeler, Adıge Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Bu cumhuriyet, Kuzey Kafkasya’da Rusya Federasyonu’na bağlı Krasnodar topraklarında bulunmaktadır. Başkenti Maykop şehridir.

Abazalar, Abhazya Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Komşu Acar Özerk Cumhuriyeti’nde de bazı Abaza yerleşim yerleri bulunmaktadır. Doğusunda Gürcistan Cumhuriyeti, kuzeyinde sırasıyla Kuzey Osetya, Kabardin-Balkar Özerk Cumhuriyeti ve Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti bulunmaktadır. Güneybatısında Karadeniz kıyıları yer almaktadır. Başkenti Suhumi şehridir. Tarih boyunca Abhazlar yurtlarından göç etmeye zorlanmışlardır. "15. yüzyılın ortalarında Osmanlılar Abhazya’yı ele geçirdiler; 16. yüzyılın sonlarında Osmanlıların Kafkasya seferi için burası bir başlangıç noktası oldu. Osmanlı tesiriyle Abhazlar arasında İslam yayılmaya başladı..1810’da Abhazya Rusların idaresine girdi. Başlangıçta, belli ölçüde bağımsızlığını korudu ve iç işlerini kendisi yönetti, fakat 1864’te doğrudan Rus yönetimine girdi. Ruslara karşı birçok ayaklanma meydana geldi ve 1866’da çok sayıda Abaza Türkiye’ye göç etti. 1877-1878 Rus-Türk savaşından sonra bir kısım Abhazyalı daha Türkiye’ye geldi. Bu göçler sonucu Abhazya’daki Abhazların sayısı 128.000’den 19. yüzyılın sonunda 20.000’e düştü.” (Akıner, 1995).

Çerkezler, çoğunlukla Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Bu özerk cumhuriyet Ocak 1922’de Rusya Federasyonu’na bağlı Şetkale topraklarında oluşturulmuştur. İdari merkezi Çerkesk şehridir. 27 Temmuz 1922 tarihinde Adige-Çerkez Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu özerk cumhuriyet Ağustos 1928’de Adige Özerk Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür. Çerkez olarak bilinen yerli halk Adige olarak isimlendirilmiştir.

Abhazların çoğu Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti’nde, büyük ve küçük Zelençuk, Kuban ve Kuma nehirlerinin yukarısında yaşamaktadırlar. Adıge Özerk Cumhuriyeti’nin doğu kısmında da yaşadıkları bilinmektedir.

Osetinler, Orta Kafkasya’da, ana sıradağın iki yanında yaşamaktadırlar. Kuzeyde Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti, güneyde ise Güney Osetya Özerk Cumhuriyeti bulunmaktadır. İran asıllı bir Kafkas kavimi olan Osetinler 16. yüzyılda Kırım Hanlığı’na bağlı Kabardaların idaresine girmişlerdir. Kabardaların etkisiyle Osetlerin bir kısmı İslam dinini seçmiştir. Ir ve Digor olmak üzere iki gruba ayrılan Osetinlerin sadece Digor kolu Müslümandır.

Ahıska Türkleri, 1944 yılına kadar bügünkü Türk-Gürcü sınırını oluşturan Ahıska (Meskhetya) bölgesinde yaşamaktaydılar. Bu tarihte bölgedeki Türk grupları güvenlik gerekçesiyle Orta Asya ve Kırgızistan’a, çoğunlukla da kıraç bozkırlara sürülmüşlerdir. Sürgün sırasında veya hemen sonrasında 30.000 ila 50.000 arasında nüfusun hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. 1968’de Ahıska Türklerine Ahıska’ya dönme hakkı verilmişse de bugüne kadar ancak birkaç bin kişi dönme izni alabilmiştir.

Malkarlar da Kafkasya’da yaşayan Türk toplulukları arasında yer almaktadır. Eski Sovyetler Birliği’nin Sibirya Bölgesi’nde Yakut, Dolgan, Tuva, Hakas, Altay, Şor ve Tofa Türkleri yaşamaktadır. Bu topluluklardan Yakutlar ve Dolganlar Kuzey Sibirya bölgesine, geriye kalan diğer gruplar ise Güney Sibirya bölgesine yerleşmişlerdir.

Yakut Türkleri, Yakut Özerk Cumhuriyeti’nde bulunmaktadırlar. Cumhuriyet, Rusya Federasyonu’na bağlı Kransnoyar Bölgesi’ndeki ulusal topraklar üzerine kurulmuştur. Yakutlar, uzun süre Rus etkisinde kalmış olmalarına rağmen ulusal dilleri olan Yakut Türkçesini korumuşlardır. 1979 ve 1989 Genel Sayım sonuçlarına göre cumhuriyette yaşayan Rus nüfusun oranı yüzde 50’den fazladır. "Yakut” ismi esasında Ruslar tarafından verilmiş bir isimdir. Yakutlar kendilerini "Saha”, ülkelerini de "Sahayeri” olarak adlandırmakta ve her vesileyle bu isimleri daha çok tercih ettiklerini belirtmektedirler.

Kuzey Sibirya’da yaşayan bir diğer Türk topluluğu da Dolganlardır. Dolganlar, Yakutçaya yakın bir dil olan Dolgancayı resmi dil olarak kabul etmişlerdir. Şamanizm’i, yani kendi ifadeleriyle "Türk İnanını” din olarak kabul etmektedirler.

Tuva veya Tüvinyan olarak adlandırılan bir diğer Türk topluluğu, Tuva Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadır. Bu cumhuriyet Rusya Federasyonu toprakları içinde yer alır. Doğusunda Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile ortak sınıra sahiptir. Güneybatısında Gorno-Altay Özerk Cumhuriyeti, batısında ise Hakas Özerk Cumhuriyeti bulunur. Bu Türk topluluğu Budizm’i benimsemiştir.

Hakas Türkleri, Rusya Federasyonu içinde Hakas Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Cumhuriyet, Hakasya olarak da adlandırılmaktadır. Türk dillerinin kuzey grubunda yer alan Hakaşça, resmi dil olarak kabul edilmiştir. Nüfusun yüzde 70’e varan bir oranının kendi dilini konuştuğu bilinmektedir. Hıristiyanlık dinini benimsemişlerdir.

Gorno-Altay Özerk Cumhuriyeti’nde yerleşmiş olan Türk grubu, Altay Türkleri olarak adlandırılmaktadır. Rusya Fedarasyonu toprakları içinde yer alan bu Cumhuriyet, güneyinde Moğol ve Çin Halk Cumhuriyetleri, güneybatısında Kazakistan Cumhuriyeti ile komşudur. Resmi dil olan Altaycayı konuşanlar, topluluğun yüzde 90’ını oluşturmaktadır. Çoğunluğu Hıristiyan olan Altay Türkleri arasında Müslümanlığı ve Budizm’i din olarak seçenler de bulunmaktadır.

Şor Türkleri, Rusya Fedarasyonu’na bağlı Kemerova Bölgesi’nin Şoriya olarak da adlandırılan kısmında yaşamaktadırlar. Resmi dilleri Şorcadır. Fakat, halkın tamamına yakını Rusça konuşmaktadır.

Tofa Türkleri, Rusya Federasyonu’na bağlı, İrkutst Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Resmi dilleri Tofa dilidir. 1979 Genel Nüfus Sayımı’na göre halkın yaklaşık yüzde 40’ı Rusçayı ana dili olarak belirtmektedir. Din olarak Şamanizm’i benimsemişlerdir.

Volga-Ural Bölgesi’nde yaşayan Türk toplulukları arasında Tatar, Kırım Tatarı, Başkurt, Çuvaş ve Kırımçak Türkleri de bulunmaktadır. Kırımçaklar dışındaki diğer toplulukların nüfusu yaklaşık olarak 150 bin rakamının üzerindedir. Kırımçaklar, Türkler arasında nüfusu en hızlı azalan topluluk olma özelliğine sahiptir.

Orta Volga ve Güney Urallar arasındaki bölgede Slav olmayan ve Türk dilini konuşan topluluklardan birisi de Tatarlardır. Tatarlar bölgede en fazla nüfusa sahip olan topluluktur. Tatarlar, Tataristan veya Tatarya olarak da adlandırılan Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Bu cumhuriyetin batısında Çuvaş Özerk Cumhuriyeti, doğusunda ise Başkurt Özerk Cumhuriyeti yer almaktadır. Başkenti Kazan olan ülkenin petrol ve doğalgaz rezervleri başlıca yeraltı zenginlikleri arasında yer almaktadır. Nüfusun yarısından fazlası kırsal yerleşim merkezlerinde yaşamaktadır. Resmi dilleri Tatarcadır. Tatar Türklerinin çoğunluğu Müslümandır.

Kırım Tatarları, Altınordu Devleti’nin içinde yaşamış olan Kırım Türklerinden oluşmaktadır. Aynı zamanda, 13. yüzyılda Kırım’a yerleşen Anadolu Türklerinin soy olarak devamıdır. 18. yüzyılda Rus yönetimine giren Kırım Tatarları, İkinci Dünya Savaşı’na kadar Kırım Tatar Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamışlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında düşmanla işbirliği yapmakla suçlanmışlardır. Özerk cumhuriyetleri iptal edilmiştir. Bu tarihten sonra Orta Asya ve Sibirya bölgelerinde sürgün hayatı yaşamışlardır. Kırım Tatarları dünyanın en çok mağdur olan halklarından birisidir.

Başkurt Türkleri, Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadır. Rusya Federasyonu toprakları içerisinde yer alan ülkenin doğusunda Kuzey Kazakistan, güneyinde Batı Kazakistan, batısında Tatar Özerk Cumhuriyeti yer almaktadır. Resmi dili Batı Türk dilleri arasında sayılan Başkurtçadır. Müslüman bir Türk topluluğu olan Başkurtlar daha çok kırsal yerleşim alanlarında yaşamaktadır. Nüfusun yüzde 70’den fazlası Başkurtçayı ana dil olarak konuşmaktadır.

Çuvaş Türkleri, Çuvaşistan Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Rusya Federasyonu toprakları içinde yer alan ve doğusunda Tatar Özerk Cumhuriyeti bulunan ülkenin resmi dili Çuvaşçadır. Halkın tamamına yakını bu dili ana dil olarak konuşmaktadır. Çoğunluğu Müslüman olan Çuvaş Türkleri arasında Ortodoks Hıristiyanlığı din olarak benimsemiş olanlar da bulunmaktadır.

Kırımçaklar, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Kırım’da yaşayan Musevilik inancına mensup Türklerdir. Hazarların soyundan geldikleri tahmin edilmektedir. Günümüzde bu Türk topluluğunun nüfusu gittikçe azalmaktadır. Bugün eski Sovyetler Birliği toprakları içinde dağınık bir biçimde yaşamaktadırlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde de yaklaşık olarak 2500 kişilik bir nüfusa sahip oldukları bilinmektedir. Kırımçak dilini konuşanların sayısı çok azdır. Bu dilin hemen hemen yok olduğu da söylenebilir. Etnik anlamda varlık göstermeleri mümkün görülmemektedir.

Eski Sovyetler Birliği’nin batısında iki Türk topluluğunun yaşadığı bilinmektedir. Gagauz (Gökoğuz) ve Karaim Türkleri olarak adlandırılan bu gruptan Karaimlerin nüfusları çok azdır. Gagauzlar, Moldova Cumhuriyeti’nin güney bölgelerinde, Ukrayna’da, ve Orta Asya’da yaşamaktadırlar. Gagauzca, Anadolu Türkçesine en yakın Türk şivesidir. Gagauzlar Ortodoks Hıristiyanlığı din olarak benimsemişlerdir. Karaim Türkleri ise Museviliği din olarak kabul eden bir Türk topluluğudur. Ukrayna Cumhuriyeti’nde ve Litvanya Cumhuriyeti’nde yaşadıkları bilinmektedir. Türk dillerinin Batı grubundan olan Karaimce resmi olarak kabul edilmiştir. Ancak, nüfusun büyük bir çoğunluğu Rusçayı ana dil olarak konuşmaktadır.

1979 yılında yapılan Genel Nüfus Sayımı sonucuna göre Rusya Federasyonu’nda beş dağınık bölgede yaşayan toplam Türk nüfusunun yüzde 63’ü Volga-Ural Bölgesi’nde bulunmaktadır. Türk topluluklarının yoğunlaştığı ikinci bölge ise Kafkasya Bölgesi’dir. Bu bölgede yoğunlaşma oranı yüzde 27’dir. Daha sonra sırasıyla Sibirya, Orta Asya ve Batı Bölgesi gelmektedir. 1989 yılında yapılan Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına bakıldığında ise bu sıralamanın değişmediği görülmektedir. Ancak, dağılım oranlarında çok az da olsa bir farklılaşma vardır. Volga-Ural Bölgesi’nde yaşayan toplulukların nüfus dağılım yüzdesi 60’a düşerken, Kafkasya Bölgesi’ndeki bu oran yüzde 30 şeklinde görülmektedir. Orta Asya ve Sibirya Bölgelerinde yaşayan Türk topluluklarının nüfus dağılım oranı ise hemen hemen aynıdır (%4). İki nüfus sayımı sonuçlarından hareket edilerek elde edilen 1995 yılı tahmini rakamlarına bakıldığında ise toplam nüfus rakamının 18 milyonu aştığı görülmektedir. Volga-Ural Bölgesinde 10.5 milyonu aşan nüfus bulunmaktadır. Kafkasya Bölgesi’nde 6 milyona erişen bir nüfus büyüklüğü söz konusudur. Bu rakam Orta Asya ve Sibirya Bölgelerinde yaklaşık olarak 800 bine ulaşmıştır. Volga-Ural Bölgesi’nde yaşayan Türk toplulukları içinde yüzde 65 oranı ile Tatarlar en fazla nüfusa sahiptirler. Çuvaşlar yüzde 18 ile Tatarları takip etmektedir. Daha sonra sırasıyla, Başkurtlar, Kırım Tatarları ve Kırımçaklar gelmektedir. 1989 yılı sayım sonuçlarına göre nüfus dağılım oranında bir farklılaşma görülmemektedir. 1979 ve 1989 yılları arasındaki on yıllık dönem için hesaplanan nüfus artış hızlarına bakıldığında, Kırım Tatarlarının en yüksek artış hızına sahip oldukları görülmektedir. Tatar ve Başkurt Türklerinin nüfus artış hızı hemem hemen aynıdır. Daha sonra gelen Çuvaş Türklerinin nüfus artış hızı ise binde 5 civarındadır. Kırımçakların nüfusu ise hızla azalmaktadır.

Sibirya Bölgesi’nde yaşayan Türk Topluluklarının 1979 yılındaki nüfus dağılımlarına bakıldığında, Yakut Türklerinin en fazla nüfusa sahip olan topluluk olduğu görülmektedir. Bölgede yaşayan toplulukların yüzde 50’sini oluşturmaktadırlar. Tuva Türkleri ise yüzde 25 oranı ile ikinci en fazla nüfusa sahip olan topluluktur. Ardından, Hakas, Altay, Şor, Dolgan ve Tofa Türkleri nüfus büyüklüğüne göre sıralanabilir. 1989 yılında ise nüfus büyüklüğüne göre yapılan sıralama değişmemekle birlikte nüfus artış hızından kaynaklanan oransal bir artış söz konusudur. Bu dönemde Tuva Türklerinin oranı 25’ten 27’e yükselmiştir. Topluluklar nüfus artış hızına göre incelendiğinde, Dolgan Türklerinin negatif yönde bir artış hızına sahip oldukları görülmektedir. Yapılan hesaplamalar sonucu Tuva Türklerinin en yüksek nüfus artış hızına sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Sibirya Bölgesi’nde yaşayan Türk topluluklarının 1995 yılındaki nüfus dağılımlarına bakıldığında, 419 bin kişiyle Yakut Türkleri en fazla nüfusa sahip olan topluluktur. Bu topluluğu 230 bini aşan bir büyüklük ile Tuva Türkleri izlemektedir. Daha sonra sıralamayı takip eden Hakas ve Altay Türkleri arasında çok farklı bir büyüklük yoktur. En son sıralarda ise Şor, Dolgan ve Tofa Türklerinin yer aldığı görülmektedir (Tablo 14).

Kafkasya Bölgesi ele alındığında 1979 yılında toplam 4 milyona yaklaşan nüfusun yüzde 18 gibi büyük bir kısmını Çeçenler, yüzde 13’e ulaşan bir oranda Osetinler ve yüzde 11’e erişen oranda ise Avarlar oluşturmaktadır. Diğer Türk topluluklarının nüfus dağılım oranı yüzde 10’un altındadır. 1989 gelindiğinde dağılımın çok fazla değişmediği görülmektedir. Nüfus artış hızları açısından konu ele alındığında, Ahıska Türklerinin en yüksek artış hızına sahip oldukları görülmektedir. En düşük artış hızına sahip topluluğunun ise Çerkezler olduğu yapılan hesaplamalar sonucu ortaya çıkmıştır. 1995 yılı için yapılan tahminlere bakıldığında, toplam nüfusun 6 milyona ulaştığı görülmektedir. Bu yılda 1 milyonu aşan nüfusları ile Çeçenler birinci sırayı almaktadır. Daha sonra ikinci sırayı Avarlar, üçüncü sırayı ise Osetinler almaktadır. Lezgi, Kabardin ve Darginler nüfusu 400 ile 500 bin arasında olan topluluklardır. Bu sıralamayı Ahıskalı, Kumuk ve Inguşlar takip etmektedir. Karaçay, Adıge, Lak, Tabasaran, Abaza, Malkar ve Balkarların 1995 yılı nüfuslarının 100 bin ile 200 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Nogay, Çerkez, Abhaza, Agul, Tsahur ve Rutullar nüfusları 100 binin altında olduğu tahmin edilen topluluklar arasında yer almaktadır (Tablo 14).

Eski Sovyetler Birliği’nin batı bölgesinde yaşayan Gagauz ve Karaim Türklerinin 1979 yılındaki toplam nüfusları 200 bine yaklaşmaktadır. 1989 yılında ise bu sayı hemen hemen aynı kalmıştır. Nüfus artış hızı açısından bir değerlendirme yapıldığında, Karaim Türklerinin negatif yönde bir hıza sahip oldukları görülmektedir. 1995 yılı için yapılan tahminlere göre her iki topluluğun da dahil edildiği toplam nüfus 205 bine yaklaşmaktadır. Nüfus artış hızının yönünden kaynaklanan nüfus azalması, Karaimlerin nüfuslarını 2.500 kişiye kadar düşürmüştür. Karaimler yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Aynı dönemde Gagauz nüfusu 202.840 olarak hesaplanmıştır.

2000 yılı için yapılan tahmine göre toplam 20 milyona yaklaşan nüfus ortaya çıkmaktadır. Konuya bölgelerde yaşayan Türk toplulukları açısından bakılırsa, 2000 yılında Volga-Ural Bölgesi’nde yaşayan topluluklardan Tatar Türklerinin 7 milyona ulaşan bir nüfusa sahip olacakları tahmin edilmektedir. Çuvaşlar, Tatarlardan sonra ikinci büyük nüfusa sahip olacağı tahmin edilen Türk topluluğudur (Tablo 14).

Sibirya Bölgesi’nde yaşayan Türk toplulukları ele alındığında, Yakutların 2000 yılında bölgede yaşayacağı tahmin edilen 900 bin kişilik nüfusun yarısını oluşturmaları beklenmektedir. Daha sonra sırasıyla, Tuva, Hakas, Altay, Şor, Dolgan ve Tofa Türklerinin 263.690 ile 805 kişi arasında değişen nüfus büyüklüğünü oluşturmaları beklenmektedir.

2025 yılında ise 33 milyonu aşması beklenen toplam nüfus Türk adını devam ettirecektir. Kafkasya Bölgesi’nde yaşayan Türk toplulukları ele alındığında, 2015 yılına kadar en fazla nüfusa sahip olmaları beklenen Çeçenlerin 2020 yılından itibaren yerlerini Ahıskalılara bırakacakları yapılan hesaplamalar sonucunda ortaya konulmuştur. Bu bölgede dikkati çeken diğer bir nokta ise bölgede yaşayan tüm Türk topluluklarının nüfuslarının devamlı artmasıdır.

Tablo 14’ün incelenmesinden anlaşılan odur ki, Ahıskalıların nüfuslarını ikiye katlama süresi dokuz, Kırım Tatarlarının on, Agulların on dört ve Tsahurların on yedi yıldır. Bunları takip eden diğer grupların artış hızı da oldukça yüksektir. Bu anlamda en uzun süreler olan 210 yıl Şorlar için, 267 yıl ise Tofalar için geçerlidir. Nüfusu azalan gruplardan Dolganlar ise her 630 yılda bir nüfuslarının yarısını kaybedeceklerdir. Bu süre Karaimler için 40 yıl, Kırımçaklar için ise 11 yıl gibi olağanüstü kısa bir zaman dilimine tekabül etmektedir.

5. Diğer Ülkelerdeki Türk Nüfusu

Bu bölümde, yaşadıkları ülkelerde azınlık ya da göçmen olarak bulunan Türk nüfusu incelenecektir. Bölüm, Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleriyle (Tablo 15) başlayıp Balkan ülkeleriyle (Tablo 16) devam edecek ve Avrupa, ABD ve Avustralya’yla (Tablo 17) sona erecektir.

Günümüzde Türk nüfusun azınlık ve göçmen olarak yaşadığı bölgelerin dağılımına bakıldığında, Avrupa ve Balkan ülkelerinden, Orta Doğu ve Orta Asya’ya, Avusturalya kıtasından Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayıldıklarını görmekteyiz. Bununla birlikte, azınlık veya göçmen olarak yaşadıkları ülkelerdeki toplam nüfusun önemli bir kısmını oluşturmaktadırlar. Bu durum ise bazı ülkelerde, Türk nüfusun toplam sayısının eksik bildirilmesi gibi sonuçları doğurmaktadır. Örneğin Yunanistan, uluslararası resmi yayınlarda ülkesinde yaşayan Türk azınlık nüfusunun sadece 3000 kişi olduğunu bildirmektedir. Benzer durum bir azınlıklar ülkesi olan Irak için de geçerlidir. Irak ülke topraklarında yaşayan azınlık nüfusunun büyüklüğü konusunda hiçbir yayın yapmamaktadır. Nüfus ayrımı inanç farklılıklarına göre verilmektedir. Dolayısıyla, kesin bir sonuç elde edilmesi mümkün olmamaktadır. Bulgaristan’da da aynı sorun söz konusudur. Türk azınlıklarının nüfus büyüklüğünün tam ve kesin olarak bilinmediği bazı ülkeler için yapılan nüfus tahminlerinde oransal dağılım yöntemi uygulanmıştır. Ülkelerin günümüzdeki toplam nüfusları üzerinden Türk nüfusun oranı tahmin edilmiştir.

Günümüzde Avrupa, ABD, Avustralya ve Balkan ülkelerinde 5.4 milyonu aşan bir nüfus büyüklüğüne sahip olan Türk varlığı herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu rakamın yaklaşık olarak 3.2 milyonu çeşitli Avrupa ülkelerinde, 2 milyonu Balkan ülkelerinde, 0.2 milyonu ise Avustarlya ve ABD’de yaşamaktadır. 15. yüzyıldan itibaren Balkanlar’a yerleşen nüfus, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başlamasından itibaren azalmaya başlamıştır. Bu durumun en önemli nedenleri arasında eritme politikalarına maruz kalmaları gösterilebilir. Türk oldukları inkar edilen bu nüfus her türlü zor koşula rağmen yaşamaya devam etmekte ve Türk kültürünü sürdürmeyi başarmaktadır.

5.1. Orta Doğu ve Orta Asya Ülkeleri

İran’da yaşayan Türk azınlığın, Gazne ve Selçuk Türklerinin soyundan geldiği tahmin edilmektedir. Batı Oğuz dili adı verilen bir Türk dilini konuşan bu topluluklar tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır. Günümüzde Tebriz ve Tahran kentinde yoğunlaştıkları görülmektedir. Özellikle, Rıza Şah döneminde çeşitli baskılara maruz kalan Türk azınlık Farsça konuşmaları konusunda yapılan zorlamalara karşılık vererek Türk dilini korumuştur. İran’da yaşayan etnik azınlıkların sayısı hakkında güvenilir istatistiki veriler bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Azerbaycan Türklerinden olan Dr. Cevat Heyet, 1983 yılında Indiana Üniversitesi’nde "Birinci Uluslararası Türk Araştırmaları Konferansı” çerçevesinde verdiği tebliğinde 14-15 milyon Türkün İran’da yaşadığını belirtmiştir (Bainbridge, 1995).

2. bölümde ifade edilen nedenlerden dolayı İran’da yaşayan Türklerin sayısının Dr. Heyet’ın tahmininin de üstünde olduğu bilinmekte fakat resmi kayıtlara yansıtılmamaktadır.

Irak’ta yaşayan Türk azınlığın ise daha çok Irak’ın kuzeyinde, Bağdat ve Musul kentlerinde yaşadığı bilinmektedir. Aynı bölgede yaşayan diğer azınlıklar tarafından göçe zorlanmaktadırlar. Aynı zamanda Arap kültürünü kabul etmeleri yönünde de baskı yapılmaktadır. Bugüne kadar Irak’ta düzenli nüfus sayımı yapılmamıştır. Yapılan sayımlar da baskı altında gerçekleşmiştir. Irak, Türk azınlıklarla birlikte diğer azınlık nüfusunun sayısını da saklamaktadır. Bu durumda günümüzdeki nüfus rakamı ancak tahmin yoluyla elde edilebilmektedir. "Bugün Irak’ta 1.5 milyon ile 2 milyon civarında Türk yaşamaktadır.” (Koçsoy, 1991). Yapılan bu tahmin toplam nüfusun yaklaşık olarak yüzde 6’sına karşılık gelmektedir.

Suriye’de bulunan Türk azınlık Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa’ya verilen bölgede yaşamıştır. Hatay ve İskenderun’da yerleşen Türk azınlık, 1923 yılında yapılan nüfus sayımına göre 87 bin kişilik bir nüfusa sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Fransız yönetiminde bölgeye özel bir rejim uygulanmıştır. Eğitim ve öğretimde Türk dili kullanılmıştır. 1939 yılında ise bölge, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimine girmiştir. Aynı zamanda Türkiye sınırı boyunca yerleşen Türk azınlık, Arap milliyetçiliğinin yoğun baskısı sonucunda eritme politikasına maruz kalmışlardır.

Afganistan’da Türk dilini konuşmakla birlikte Türk olmayan azınlık yanında, Türk dilini konuşan Türk azınlıklar da yaşamaktadır. Türk şivelerini konuşan nüfus ülkenin kuzeyindeki Hindukuş dağları ile Orta Asya sınırında yaşamaktadır. Türk azınlıklardan Özbekler, en fazla nüfusa sahiptirler. Kırsal yerleşim birimlerinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Türkmenler ele alındığında, nüfus büyüklüğü sıralamasında ikinci sırada yer aldıkları söylenebilir. Ülkenin kuzey batısında yaşamlarına devam etmektedirler. Göçebe hayatlarına devam eden Kırgız Türkleri de aynı coğrafya içerisine yerleşmişlerdir. Kazak ve Karakalpak Türkleri nüfus büyüklüğü bakımından en düşük rakama sahiptirler.

Türklerin Atayurtlarından biri olan bugünkü Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nde, Kazak ve Tuva Türkleri yaşamaktadır. Kazak Türkleri 1725-1750 yılları arasında Rus baskılarından kaçmak için Batı Türkistan’dan Doğu Türkistan’a doğru gelmişlerdir. 1860’lı yıllarda bir kısmı Altay dağlarından Hovd nehri havzası boyunca yerleşmişlerdir (Bainbridge, 1995).

Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk azınlık ele alındığında, Kazak, Kırgız, Tatar, Özbek, Yağız ve Salar Türklerinden oluşan büyük bir nüfus söz konusudur. Bu coğrafyanın içinde Çinlilerin Sincan-Uygur Özerk Bölgesi olarak adlandırdığı Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri yaşamaktadır. Bölge konum bakımından stratejik bir öneme sahiptir. Uygurlar nüfus büyüklüğü bakımından da yeterli çoğunluğa sahiptirler. Çin Halk Cumhuriyeti’nin baskıları bağımsızlık yönündeki faaliyetlere hız kazandırmaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti milli azınlıklara belli ölçülerde özerklik sağlamış olmasına rağmen sıkı denetimlerine devam etmektedir. 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Kazakistan Cumhuriyeti bu hususta kesin bir tavır belirlememiştir. Fakat, mevcut yönetim "Uygur Türk Devleti”nin kurulması yönündeki eğilimleri Çin ile arasının açılacağı ve bölgede statükonun bozulacağı endişesiyle engelleyebilir. 1995 yılı verilerine göre Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinde yaklaşık olarak 30 milyon kişiden oluşan bir Türk nüfusunun yaşadığı bilinmektedir. En fazla Türk nüfusun yaşadığı ülke İran’dır. Daha sonra sıralamada Doğu Türkistan’da yaşayan ve nüfusları 10 milyona yaklaşan Uygur Türkleri yer almaktadır. Afganistan’da yaşayan Türk azınlık da oldukça fazla nüfusa sahiptir. Özbek, Kazak, Türkmen, Kırgız ve Karakalpak Türklerinden oluşan Türk azınlık, Afganistan’da kendi aralarında tamamen Türk dilini konuşmaktadır. Afganistan’da tam nüfus sayımı yapılmadığı için Türk azınlık nüfusu oransal tahminlerden hareket edilerek hesaplanmıştır. Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk azınlık incelendiğinde, 2 milyona yaklaşan bir büyüklükte nüfusa sahip oldukları görülmektedir. Türk dillerini konuşan Türk azınlık, Kazak, Kırgız, Tatar, Özbek, Yuğur ve Salar Türklerinden oluşmaktadır. Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, Salar ve Yuğur Türklerinin günlük hayatta Türk dilini kullanıyor olmalarına rağmen yazı dili olarak Çincenin kullanılıyor olmasıdır. Her iki Türk azınlık Çin Halk Cumhuriyeti’nin Gansu bölgesinde yaşamaktadır. Endişe verici bir durum, bu grupların yazılı dillerinin olmayışıdır. Sonuç olarak, Çince yaygın olarak kullanılmaktadır. Çin anayasasının, azınlıklara kendi dillerini kullanma hakkı tanımasına rağmen, eğitim hizmetlerinin Türk dilinde yapılması için gerekli yetişmiş eleman sıkıntısı çekilmektedir. Diğer Türk azınlıkların dil konusunda sorunlarının olmadığı bilinmektedir. Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nde Türk azınlık olarak yaklaşık 183 bin kişi yaşamaktadır. Bu cumhuriyet sınırları içerisinde Kazak ve Tuva Türklerinin yaşadıkları bilinmektedir. Irak’ta yaşayan Türk azınlık nüfusunun 1995 yılında 1 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Türkmen Türklerinin yoğun olarak bulundukları Irak’ta Türk dilinin yoğun bir biçimde kullanılmakta olması sevindirici bir gelişmedir. Suriye’de 1995 yılında yaşayan Türk azınlık nüfusunun 482 bin olduğu tahmin edilmektedir. Türkmen Türkleri, 11. yüzyıldan beri Suriye’de yerleşik hayata geçmişlerdir. Suriye’nin kuzeyinde yerleşen Türk azınlık nüfusu oransal tahminlerden hareket edilerek bulunmuştur. Suriye Genel Nüfus Sayımlarında kişilere etnik köken ve dil alanında özel bir soru yöneltilmemektedir. Toplam nüfusun yaklaşık olarak yüzde 3’ünü oluşturdukları tahmin edilmektedir. Genellikle kırsal yerleşim bölgelerinde yaşayan Türkmen Türkleri, kendi aralarında Türk dilini konuşmaktadırlar. Ancak, eğitim ve öğretim dili Arapça olarak verilmektedir. Günümüzde Ürdün’de yaşayan Türk nüfusu ele alındığında, Anadolu Türkleri gündeme gelmektedir. İş bulmak amacıyla ülkeye yerleşen Türk nüfusun sayısı oldukça azdır. 1995 yılında 2.216 kişinin yaşadığı bilinmektedir. Ancak sayıları konusunda bir tahmine sahip olmadığımız bir miktar Kafkasya kökenli Türk nüfusu Ürdün’de yerleşiktir. Bunlar Ürdün’de genel nüfus içindeki paylarıyla karşılaştırıldığında oldukça etkin konumdadırlar. Orta Doğu ve Orta Asya Ülkeleri arasında Türk azınlık nüfusu en yoğun olarak İran İslam Cumhuriyeti’nde bulunmaktadır. Bu ülkedeki Türk azınlığın yüksek bir artış hızına sahip olduğu dikkatleri çekmektedir. Bu ülkedeki Türk azınlık gruplarının 1995 yılındaki nüfus büyüklüklerine göre sıralaması yapıldığında 9 milyonluk rakamla Azeri Türkleri en ön sırada yer almakta, bunu 1.2 milyon rakamı ile Türkmen Türkleri takip etmekte, ardından 9 yüz bin rakamı ile Kaşkay Türkleri, 8 yüz bin rakamı ile de Avşar Türkleri en son olarak da sırasıyla Kayar Türkleri ve diğer Türk azınlıkları gelmektedir. İran İslam Cumhuriyetindeki toplam Türk azınlık nüfusunun daha 1995 yılında 12 milyon rakamını geçmesi 2000’li yıllara gelindiğinde bu ülkedeki Türk azınlığının gözardı edilemeyecek bir büyüklüğe ulaşacağını şimdiden gözler önüne sermektedir (Tablo 15).

Orta Doğu ülkelerinde yaşayan Türk azınlık grupları arasında en yüksek artış hızına sahip olanının Irak ile Suriye’de yaşayan Türkmen Türkleri olduğu görülmektedir. Hatta, Irak’ta yaşayan Türkmenlerin artış hızı yüzde 3.3 iken Suriye’de yaşayan Türkmenlerin yüzde 3.8 rakamını yakalamaları dikkatlerden kaçmamaktadır. Her iki ülkenin baskıcı yönetimleri hızla artan Türkmen nüfusunu eritmek için çeşitli politikalar yürütseler de bu konuda kesin bir başarıya ulaşamamaktadırlar. Irak ve Suriye’de yaşayan Türkmenler yüksek bir artış hızına sahip olmalarına rağmen aynı grubun Ürdün’de yaşayan üyeleri yüzde 1 gibi düşük bir artış hızına sahiptirler. Bu ülkedeki nüfusları 1995 yılında ancak 2 bin dolayında olan Türkmen Türklerinin daha sonraki yıllarda fazla nüfusa sahip olmaları beklenmemektedir. Afganistan’da yaşayan Türk azınlıkları hem sayı bakımından hem de artış hızları bakımından farklılıklar arz etmektedirler. Bu ülkedeki Türk azınlıklar arasında sayı bakımından Özbek Türkleri iki milyona yaklaşan nüfusları ile birinci sıraya yerleşseler de artış hızları bakımından alt sıralarda yer almaktadırlar. Türkmen Türkleri 569 bin sayısı ile Özbek Türklerini takip etmekte, aynı zamanda da bu ülkedeki diğer Türk azınlıkları arasında en yüksek artış hızına sahip olma özelliğini ellerinde bulundurmaktadırlar. Kırgız Türklerinin ardından çok küçük sayılara sahip olan Kazak Türkleri ile Karakalpak Türkleri gelmektedir. Moğolistan’da yaşayan Türk azınlıklarından Kazak Türkleri, yaklaşık 180 bin civarında bir büyüklüğe sahip olmalarına rağmen düşük bir artış oranı sergilemektedirler. Bu ülkedeki diğer Türk azınlık olan Tuva Türkleri ise 1995 yılında ancak 2 bin civarında bir nüfusa sahiptirler. Doğu Türkistan’da yaşayan Türkler yüksek bir artış hızıyla daha 1995 yılında 10 milyon rakamını aşmış bulunmaktadırlar.

Orta Doğu ve Orta Asya Ülkelerinde yaşayan Türkler arasında en yüksek artış hızına yüzde 4.88 ile Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan Kırgız Türkleri sahiptir. Bunu aynı ülkede yaşayan Kazak Türkleri takip etmektedir. Aynı coğrafyada yaşayan Salar Türkleri de 157 bin kişiye erişen nüfusları ile önemli bir yere sahiptirler (Tablo 15). 2000 yılında Irak’ta yaşayacak Türkmenlerin 1.2 milyonu aşması beklenmektedir. Bu rakam 1980-1985 yılları arasında Türkmenlerin nüfus artış hızları gözönüne alınarak elde edilmiştir. 1990’lı yıllarda Irak’ta, özellikle de Kuzey Irak Bölgesi’nde yaşanan olayların Türkmen nüfusuna etkisi kesin olarak bilinmediğinden 2000’li yıllara yönelik hesaplamalar yapılırken bu unsurlar göz önüne alınamamıştır. Dolayısıyla Türk azınlığın bu ülkedeki 2000’li yıllara ilişkin nüfus tahminlerinin kesinlik taşıyamacağının gözardı edilmemesi gerekmektedir. Suriye Arap Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkmenler yüzde 3.8 gibi yüksek bir artış hızıyla 2000 yılında 586 bin kişilik bir nüfus büyüklüğüne sahip olacaklardır. Afganistan’da son yıllarda yaşanan iç savaşın Türk azınlıklara etkisi tamamen bilinmemektedir. Bununla beraber bu grupların iç savaşa katılmadıkları için savaştan fazla zarar görmedikleri tahmin edilmektedir. Türk azınlıklar arasında en yüksek nüfus artış hızına sahip olan Türkmen ve Kırgız nüfusunun hızlı bir şekilde artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir.<

21. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde Orta Doğu ve Orta Asya’daki Türk azınlık nüfusu 78 milyona ulaşacaktır. Doğal olarak, yaşadıkları ülkelerde Türk kimliklerini kaybetmeleri yönünde yoğun baskılarla karşılaşacakları şüphesizdir. Bu durumda, Türk kimliğinin korunması konusunda Anadolu Türkleri tarafından acil önlemler alınmalıdır. Moğolistan’da yaşayan Türk azınlık 2025 yılında ise 219 bine ulaşacağı yapılan hesaplamalar sonucunda ortaya konulmuştur. Nüfus büyüklüğünün çoğunluğunu Kazak Türkleri oluşturmaktadır. Zaman içerisinde Tuva Türklerinin de artarak bu büyüklüğe olumlu yönde katkıda bulunmaları beklenmektedir (Tablo 15). Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerinin nüfusunun 2015 yılında 21 milyona, 2020 yılında ise 21.3 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ise nüfusun 32 milyonu aşacağı beklenmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk azınlık nüfusunun en fazla Kazak Türklerine bağlı olarak artacağını söylemek mümkündür. Daha sonra ise Özbek Türklerinin en fazla nüfusa sahip olacağını belirtmek gerekir. 2025 yılına kadar olan 5 yıllık zaman dilimlerinde nüfus büyüklüğüne göre sıralama yapıldığında, ilk üç sıra Kazak, Özbek ve Salar Türkleri arasında paylaşılacağı ortaya çıkmaktadır (Tablo 15).

5.2. Balkan Ülkeleri

Balkan ülkelerinde yaşayan Türk azınlık incelendiğinde, Avrupa ülkelerine göçmen olarak giden Türk nüfusuna yakın bir sayıya sahip oldukları görülmektedir. Bu ülkelerden Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın varlığı, 14. yüzyıl sonunda Osmanlı fethinden sonra başlamaktadır. 1878 yılında bölgedeki Osmanlı yönetiminin sona ermesiyle Türk nüfus, "azınlık” haline gelmiştir. Aynı zamanda, Osmanlı fethinden önce Tatar ve Gagauz Türklerinin aynı coğrafyada yaşadıkları bilinmektedir. Yunanistan’da yaşayan Türk azınlığın durumu ele alındığında, Osmanlı fethi ile birlikte bölgeye yerleşen Türk nüfus, 1912-1924 tarihleri arasında yapılan zorunlu göç anlaşmasına kadar önemli bir çoğunluğa sahip olmuştur. Bu tarihten sonra ise Batı Trakya’da azınlık haline gelmişlerdir. Romanya’ya Türk nüfusun yerleşmesi 16. yüzyıldan itibaren başlamaktadır. Tatar ve Anadolu Türklerinden oluşan Türk nüfus, Tuna nehri boyunca yerleşmişlerdir. Nüfusun büyük bir çoğunluğu kırsal kesimlerde yaşamakta ve kendi aralarında Türk dilini konuşmaktadırlar. Bu durum, hemen hemen bütün Balkan ülkelerinde söz konusu olduğu gibi Türk nüfusu eritme politikalarına karşı halkın kendi kendine kazandığı büyük bir başarıdır. Eski Yugoslavya topraklarında yaşayan nüfus benzer bir şekilde Osmanlı fethi ile bölgeye yerleşmiştir. Ancak, 19. yüzyılın sonunda Balkan ülkelerindeki Osmanlı eğemenliği zayıflamaya başlamıştır. 1878 tarihinde Bosna-Hersek, Avusturya askerleri tarafından işgal edilmiştir. 1912-1913 Balkan Savaşlarından sonra yapılan 1913 tarihli Londra Antlaşması’na göre Türkler Balkanlar’daki topraklarını bırakmak zorunda kalmışlardır.

Balkan ülkelerinde yaşayan Türk azınlık ele alındığında her ülke için aynı yıla ait verinin elde edilemediği görülmektedir. Eski Yugoslavya topraklarında yaşayan Türk nüfusa yönelik en yeni veri 1971 ve 1981 yıllarına aittir. Bu ülke sınırları içerisinde yaşayan Türk azınlık nüfusunun hızla azaldığı dikkatleri çekmektedir. 1971 yılında 127 bine ulaşan nüfus, on yıl sonra 100 bine kadar düşmüştür. 1995 yılı tahmininde nüfusun 77 bine kadar düştüğü hesaplanmıştır. Hırvatistan, Kosova ve Slovanya’da yaşayan Türk azınlık pozitif yönde nüfus artış hızına sahip iken diğer bölgelerde yaşayan Türk nüfus negatif bir artış hızına sahiptir.

Eski Yugoslavya topraklarında yaşayan nüfusun aksine diğer Balkan ülkelerinde yaşayan Türk azınlık nüfusunun hızla arttığının görülmektedir. Bu ülkeler içinde en yüksek nüfus artış hızı Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa aittir. Buradaki Türk azınlık içinde Gagauz Türklerinin artış hızının en yüksek olduğu yapılan hesaplamalar sonucunda ortaya konulmuştur (Tablo 16).

Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlık ele alındığında Anadolu Türklerinin en fazla nüfusa sahip oldukları görülmektedir. Aynı coğrafyada yaşayan Gagauz ve Tatar Türkleri arasında nüfus büyüklüğü bakımından hemen hemen farklılık görülmemektedir. 1981 yılı verilerine göre 1.3 milyona yaklaşan Anadolu Türklerinin nüfusu, 1991 yılında 1.4 milyona eriştiği görülmektedir. 1995 yılında ise nüfus artmaya devam etmiştir. Yunanistan toprakları içinde yer alan Batı Trakya’da 1971 yılında sayıları 329 bine yaklaşan Türk azınlığın yaşadığı bilinmektedir. 1981 yılında 345 bin kişiye ulaşan Türk azınlık nüfusunun daha da artmaya devam edeceği yapılan hesaplamalar sonucunda ortaya konulmuştur. 1995 yılında 350 bini aşan bir büyüklüğe sahip oldukları tahmin edilmektedir. Romanya’da ise 1966 yılında toplam 40 bin kişilik bir Türk azınlığının varlığı söz konusudur. Nüfus hızla artarak on bir yıl sonra 46 bin kişiye ulaşmıştır. Dolayısıyla 1995 yılında Romanya’da yaşayan Türk azınlık nüfusunun 60 bin kişiye ulaştığı tahmin edilmektedir (Tablo 16).

Balkan ülkelerinde yaşayan Türk nüfusun 2000’li yıllardaki yapısı incelendiğinde istikrarsız bir dönem geçiren ülkelerdeki nüfusun iç savaşlar ve göç nedeniyle hızla azaldığı görülmektedir. 2000 yılının başlangıcında Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan’da azınlık olarak da kabul edilmesi zor bir biçimde çok az sayıda Türk nüfusunun bulunacağı tahmin edilmektedir. Diğer bir deyişle, bu ülkelerde Türk nüfusunun kalmayacağı söylenebilir. Ancak, bu gerçeğin daha kolay görülebilmesi için nüfus tahminleri yapılmıştır. Karadağ ve Sırbistan’daki nüfusun tamamen kaybolacağı yapılan hesaplamalar sonunda ortaya çıkmıştır. Kosova’da ise Türk azınlık nüfusu istikrarlı bir biçimde artmaya devam edecektir. Makedonya’da sayısal olarak önemli bir miktar ifade eden Türk azınlık nüfusunun, oransal olarak 2000 yılından itibaren azalmaya başlaması beklenmektedir (Tablo 16). Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlık nüfusunun 2000 yılında 1.5 milyona ulaşması beklenmektedir. Gagauz ve Tatar Türklerinin toplam 12 bin kişiye ulaşan nüfusları yanında Evlad-ı Fatihan olarak da bilinen Anadolu Türklerinin nüfuslarının sayısal ve oransal olarak artması beklenmektedir. Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türk azınlığın, 2000 yılında nüfus büyüklüğü olarak 360 bin kişiye ulaşması beklenmektedir. Romanya’da yaşayan Türk Azınlığın 21. yüzyılın başından itibaren nüfus büyüklüğünün artışı incelendiğinde, nüfusun oransal olarak artma göstereceği söylenebilir. Romanya’da yaşayan Türklerin sayıları 2000 yılında 65 bine ulaşmış oldukları tahmin edilmiştir.

Balkan ülkelerindeki Türk azınlık nüfusunun Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya dışında diğer Balkan ülkelerinde azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. Türk nüfusundaki bu azalma yukarıda belirtildiği gibi daha ziyade göç ve iç savaşlardan ileri gelmektedir. Aynı nüfus grubunun 2000’li yıllardaki büyüklükleri tahmin edilirken daha önceki yıllara ait artış hızları göz önüne alınmakta, dolayısıyla eksi değerli artış oranları 2000’li yıllarda Balkan ülkelerindeki Türk nüfusunun sürekli azalma eğiliminde olduğunu gözler önüne sermektedir. Tablo 16’nın incelenmesinden Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nin Bosna-Hersek bölgesindeki Türk nüfusunun sürekli olarak azaldığı ve 2025 yılında 25 kişiye düştüğü; Karadağ bölgesinde daha 2010 yılında sıfırlandığı; Sırbistan’da ise 2000’li yıllarda bir Türk azınlığından bahsetmenin mümkün olmadığı tespit edilmektedir. Eski Yugoslavya Cumhuriyetleri arasında en yoğun Türk nüfusunun bulunduğu Makedonya Bölgesi’nde dahi Türk nüfusunun sürekli olarak azaldığı, 2000 yılının başında 56.547 olan nüfusun, 2025’te 32229’a gerilediği dikkatleri çekmektedir.

5.3. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya

Günümüzde Avrupa ülkelerinde, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avustralya’da yaşayan Türkler ekonomik nedenlerle göç eden nüfustan oluşmaktadır. Balkan ülkelerinde yaşayan Türk azınlık ise vaktiyle Türklere ait olan topraklarda azınlık durumuna düşmüş olan nüfustan meydana gelmektedir.

Uluslararası göç ekonomik ve siyasal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Göç hareketleri, göç dönemlerine bağlı olarak da farklı özelliklere sahiptir. 1960’lı yıllarda Avrupa’ya olan göç özellikle Batı Avrupa’daki işgücü açığını kapatmak üzere gerçekleşmiştir. Ancak, bu göç hareketi 1980’li yılların birinci yarısından itibaren ekonomideki durgunluk nedeniyle azalma eğilimine girmiştir. Batı Avrupa ülkelerine yönelik olarak 1960’lı yıllarda başlayan işgücü göçü azalarak da olsa 1980’li yılların sonuna kadar devam etmiştir. Bu göç hareketi 1980’li yıllardan itibaren yabancı nüfusun aile birleştirmesine ve yurtdışı doğumlulara bağlı olarak devam eden bir şekil almıştır. Aynı dönemde, bu ülkelerin nüfus yapılarında da önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler arasında bir yıl içinde gerçekleşen doğum sayısının aynı süre içinde gerçekleşen ölüm sayısından daha az olması ve nüfusun yaşlanması sayılabilir. Diğer bir değişle bu ülkelerin nüfusları azalmaya başlamıştır. Böylece ilk defa olarak Batı Avrupa ülkeleri nüfuslarındaki bu azalmayı göçmen nüfusu ile kapatma yönünde politikalar geliştirmişlerdir. Türk işçi göçü özellikle ekonomik nedenlere dayanmaktadır. Batı Avrupa’ya çalışmak amacıyla gelen Türk işçileri bu ülkelerdeki kalış sürelerini başlangıçta kendilerinin ve ailelerinin geleceğini güvence altına alacak birikimleri yapmak ile sınırlandırmışlardı. Ancak geçen zaman süresince, bu kısa sürenin daha uzun bir kalış süresine dönüştüğü açıkça görülmektedir. Başka bir deyişle, söz konusu kalış süresi, aile birleştirmesi ile gelen diğer aile üyelerine ve yurtdışında doğan çocukların eğitim hayatına bağlı olarak uzamaktadır. Böylece, Türkiye’ye kesin dönüş tarihinin sürekli olarak belirli olmayan bir tarihe ertelenmesi bulunulan ülkeye tamamen yerleşme eğiliminini daha da kuvvetlendirmektedir. Nitekim birinci kuşağın Türkiye’ye kesin dönüşünden bahsetmek mümkünse de bu eğilimi ikinci kuşak, özellikle de üçüncü kuşak için söylemek mümkün değildir. Bugün artık, Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler için "Türk Azınlık” terimini kullanmak yanlış sayılacak bir isimlendirme olmasa da yeri geldikçe göçmen kavramına da başvurulacaktır. Dolayısıyla azınlık Türkler ile göçmen Türkler hesaplamalarda aynı kategori içerisinde ele alınacaktır. Batı Avrupa ülkelerinin temel demografik özelliklerine bakıldığında, nüfusun azalmaya başladığını, ortalama yaşam süresinin uzadığını ve dolayısıyla nüfusun yaşlandığını görmek mümkündür. Diğer yandan bu ülkelerin ülke içinde yaşayan yabancılara vatandaşlık hakkı vermeye başladıkları dikkati çekmektedir. 1980’li yıllarda Batı Avrupa ülkelerine yönelik göç hareketi iki önemli özelliğe sahiptir. Bu dönemin ilk yarısında Belçika, Almanya, İrlanda, Finlandiya, İngiltere ve İspanya önceki dönemlere göre daha az göç alan ülkeler arasında yer almaktadırlar. 1980’li yılların sonunda Almanya, Avusturya, İsviçre, Lüksemburg ve İsveç 1960’lı yıllarda yaşadıkları göç patlamasını yeniden yaşamışlardır. Bu değişikliğin en önemli nedenleri ekonominin canlanmaya başlaması ve Doğu Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ndeki siyasi değişikliklerdir. Aynı zamanda bu göç hareketi nüfusu gittikçe azalan Avusturya, Federal Almanya, Lüksemburg, İsviçre, İsveç, Danimarka ve hatta İtalya ve Yunanistan nüfusunun artışını sağlamıştır (Conseil de L’Europe, 1991). Fransa ve Avusturya gibi bazı Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk nüfus zaman içerisinde çok büyük bir oranda artma göstermiştir. Fransa 1985 yılında ülkedeki kaçak işçilere oturma ve çalışma izni veren bir af çıkarmıştır. Avusturya ise nüfusun yaşlanmasından kaynaklanan nüfus azalışını yabancı nüfus ile kapatma yoluna gitmiş fakat 1993 yılından itibaren göçü kontrol altına alacak yasa çıkarmıştır.

"Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk nüfusun geleceği hakkında iki farklı yorum yapılması söz konusudur. Bunlardan birincisi, Batı Avrupa ülkeleri hızla azalan nüfus açıklarını ülkelerinde bulunan yabancılar sayesinde kapatmaktadırlar. Türk nüfus ise artık yabancı statüsünde değil, bulundukları ülkelerde Türk azınlık haline gelmişlerdir. Bu görüş çalışma verisi olarak kullanılan kaynaklarca da doğrulanmaktadır. O halde Türk nüfusun Türk kimliklerini koruyabilmeleri gündeme gelmektedir. Bu ülkelerdeki birinci ve ikinci kuşak Türklerin Türk kimliklerini koruduklarını söyleyebiliriz. Ancak üçüncü kuşak Türkler ki kısaca yurtdışı doğumlular olarak tanımladığımız bu grup Batı ülkelerinin uyum (integration) politikaları adı altında ele aldıkları ve ardından eritme (asimilation) politikası uyguladıkları kuşaktır. Bu kuşağın kısa bir süre sonra Türk kimliklerini kaybetmeleri mümkündür. Sosyal bir varlık olan insanın yabancı olarak da olsa doğduğu, daha sonra eğitimini gördüğü ve hayatını geçirdiği bir ülkenin kültürünü ve yaşayış tarzını benimsemesi son derece normaldir. Bunun aksini savunmak mümkün değildir. Önemli olan bireyin ait olduğu kendi kimliğini koruyarak yaşadığı toplumla barış içinde bulunmasıdır. Bu durumu Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler açısından şöyle açıklayabiliriz. Artık Avrupa ülkelerinde kalıcı olarak var olan bir Türk nüfusu vardır. Bu Türk nüfusu bulundukları ülkenin yaşayış ve düşünce tarzına göre şekillenecektir. Bu gerçeği kabul etmek zorundayız. Önemli olan bu insanlarla var olan bağların kopmasını engellemektir. Türkiye’de yaşayan Türkler olarak bizim yapmamız gereken Batı Avrupalı Türklerin bulundukları ülkede siyasal ve ekonomik bir güce sahip olmaları yönünde politikalar üretmek olacaktır.” (Tosun, 1995).

Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen Türk nüfusu incelendiğinde, 1981 ve 1991 yılları arasındaki nüfus artış hızlarının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Anadolu Türklerinden oluşan bu göçmenler, Anadolu’daki temel demografik özelliklerini sürdürmeye devam etmektedir. 1981 yılında Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen Türklerin nüfus dağılımı incelendiğinde, toplam olarak 2 milyona ulaşan bir nüfusa sahip oldukları tespit edilmektedir. Bu nüfusun 1.4 milyona yakını F. Almanya’da yaşamaktadır. Hollanda ve Fransa’daki Türk nüfusunun ise 100’er bin kişinin üzerinde olduğu bilinmektedir. 1991 yılı için yayınlanan nüfus sayımı sonuçlarında, Türk nüfusunun 1981 yılına göre 400 bin kişi daha arttığı görülmektedir. Bu dönemde, F. Almanya’da yaşayan Türk nüfusunun büyüklüğü 1.6 milyona çıkarken, Fransa, Hollanda ve Avusturya’da yaşayan Türk nüfusunun 100 ile 200 bin arasında bir büyüklüğe eriştiği görülmektedir. Diğer Avrupa ülkelerinde ise hızlı bir nüfus artışı söz konusudur. Bu artış, Türkiye’den Aile Birleştirmesi yolu ile gelen nüfusa bağlı olarak meydana gelmektedir. İngiltere’de 1981 yılında 6 bin civarında olan Türk nüfus, 1991 yılında 29 bine ulaşmıştır. Ancak, bu ülkeye eğitim amacıyla gelen Türk sayısında bir artış olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir.

1995 yılı resmi verilerine bakıldığında, Avrupa ülkelerinde toplam 2.7 milyona ulaşan bir Türk varlığı söz konusudur. F. Almanya’da 1.7 milyon civarında olan nüfus büyüklüğünün, özellikle Fransa ve Hollanda’da 200 bin rakamının üzerine çıktığı görülmektedir (Tablo 17). 1981 ve 1991 yılları arasındaki nüfus artış hızı incelendiğinde, dikkat edilmesi gereken bir durum söz konusudur. Yukarıda belirtildiği gibi 1990’lı yıllara kadar olan Türk azınlığın nüfus artışı, sadece doğal artıştan kaynaklanmamaktadır. Bununla birlikte, Türk azınlık ile ilgili yapılan demografik çalışmalarda Türk nüfusun Türkiye’den seçtikleri kişilerle evlenmekte oldukları ve aile birleştirmesi yolu ile eşlerini bulundukları ülkeye getirdikleri tespit edilmiştir.

Nüfus artış hızlarına göre yapılan sıralamada Finlandiya’da yaşayan Türk nüfusun en yüksek artış hızına sahip olduğu görülmektedir. Daha sonra ise İngiltere’de yaşayan Türk nüfusunun hemen hemen aynı hıza sahip oldukları görülmektedir. Üçüncü sırada ise bir Akdeniz ülkesi olan Portekiz yer almaktadır. Bu ülkeyi yine Akdeniz ülkeleri arasında yer alan İtalya ve İspanya takip etmektedir. Norveç, Avusturya ve Danimarka gibi Orta ve Kuzey Avrupa ülkeleri sıralamayı devam ettiren ülkeler olmaktadır. Almanya’da yaşayan Türk nüfusunun artış hızının en az olduğu dikkati çeken bir bulgudur. Bununla birlikte, nüfus büyüklüğünün en yüksek rakama ulaştığı ülke olan Almanya’ya Türkiye’den gelen göçün halen devam ettiği söylenebilir. Bu göç hareketinin yönünün değiştiği de unutulmamalıdır. Emeklilik çağına ulaşmış olan Türk nüfusun bir kısmı Türkiye’ye kesin dönüş yapmakla birlikte kendi yerlerine evlilik yolu ile Türk nüfusu ikame etmektedirler.

2000 yılında Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin nüfus büyüklüğüne göre sıralaması yapıldığında Almanya’da yaşayan Türkler birinci sırada yer alacaktır. Bu sıralamayı 376 bini aşacak nüfusları ile Fransa’da yaşayan Türkler takip edebilecektir. Daha sonra ise Hollanda ve Avusturya’daki Türkler nüfusları 200 binin üzerinde olması beklenen gruplar arasında yer alacaktır. İngiltere, Belçika ve İsviçre’de yaşayan Türk nüfus büyüklüğünün de 100 bin kişiyi aşması beklenmektedir. Aynı zaman dilimi içerisinde İtalya, Finlandiya, Lihtenştayn, Lüksemburg ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk nüfusunun kayda değer bir büyüklüğe erişmesi mümkün görülmemektedir (Tablo 17).

Almanya’da yaşayan Türkler bu ülkede etkili olmaya başlamışlardır. Bu başarının temelinde bu ülkede en fazla sayıya sahip yabancılar olmalarının ve aynı ülkede geçirilen otuz beş yıldan fazla bir süre sonunda elde edilen deneyimin yattığı unutulmamalıdır. Almanya’daki Türk nüfus yapısına benzerlik gösteren bir diğer Türk nüfus yapısı Fransa’nın Almanya sınırındaki Alsace bölgesinde görülmektedir. Bu bölgede yaşayan yabancılar içinde en fazla sayıya sahip olanlar Türklerdir. Durum bu olmakla beraber ne yazık ki bugüne kadar Alsace bölgesinde yaşayan Türkler arasında ciddi bir örgütlenme hareketi yaşanmamıştır. Bu yönde yapılan bazı teşebbüsler kısa bir süre sonra amaçları dışına çıkarak siyasi bir boyut kazanmış ve daha sonra kendiliğinden sona ermiştir. Bu teşebbüslere benzer yeni bir hareket 1995 yılı başında Alsace bölgesinin merkezi olan Strazburg’da gerçekleşmiştir. Bu şehirde kendi adlarına işyeri işleten Türkler "Türk İşadamları Platformu” adı altında yeni bir örgüt kurmuşlardır. Söz konusu örgüt ilk kurulduğu dönemde amatör bir izlenim bıraksa da, temenni edilen bu hareketin en kısa zamanda olgunluk dönemine geçerek daha geniş bir boyut kazanmasıdır. Fransa’da yaşayan vatandaşlarımızın bu ülkedeki ortalama kalış sürelerinin 21 ile 22 yıl arasında değiştiği göz önüne alındığında bugün Almanya’daki Türkler tarafından kurulan örgütlerin benzerlerinin Fransa’da da görülmeye başlanması için belirli bir geçiş döneminin yaşanması gerekmektedir (Tosun, 1995).

Fransız Ulusal Nüfus İncelemeleri Enstitüsü’nün (INED) Fransa’da göçmenlerin uyumuna ilişkin olarak yaptığı bir araştırma sosyal ve kültürel değişikliklere açıklık getirmiştir. Bu araştırmada yaşları 20 ile 59 arasında değişen 13.000 kişiyle yüz yüze görüşmeler yapılmış Cezayir, Fas, Portekiz, Türk, İspanyol, Güney Doğu Asya (Vietnam, Kamboçya ve Laos) ve Kara Afrika kökenlilerden oluşan kişilere çeşitli sorular yöneltilmiştir. Araştırmada ortaya çıkan tek istisnai durum Türklere aittir. Türkler çok belirgin bir şekilde kendi içlerine kapanarak Türk kimliklerini korumaya özen göstermektedirler. Fransa’da yetişen genç Türk nüfus içinde karma evliliğin yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Fransa’da doğan gençler Türkiye’deki yurttaşları ile evlenmekte ve evlerinde Türkçe konuşmaktadırlar. (Tribalat, 1995). Bununla birlikte, Türkçeyi yeterince veya hiç konuşamayan ikinci kuşak gençlerimizin bulunduğu da görülmekte ve bu gençlerin herhangi bir işlem yaptırmak için konsolosluklara gelirken yanlarında anne ve babalarını bulundurmalarına artık sıkça rastlanmaktadır. Ayrıca, Fransa’da yaşayan diğer yabancılar gittikçe artan bir hızla kendi ana dillerini terk ederek evlerinde ve günlük hayatlarında tamamen Fransızca konuşmaya yönelmişlerdir. Bu durum özellikle okul çağındaki çocuklarda görülmektedir. 1992 yılında Fransız Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre Fransızca dışında bir dili konuşan yabancıların yarısından çoğu çocuklarına anadillerini aktaramamaktadırlar (INSEE, 1994). Bu durum, Türk nüfusunun artması ile birlikte Türk kimliğinin korunması sorununu da gündeme getirmektedir. Göreceli olarak en fazla Türk nüfusa sahip ülke örnekleri olan Almanya ve Fransa’da başlayan bu sorunların diğer ülkelerde de görülmesi ihtimali ortaya çıkmaktadır. Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk azınlığın 21. yüzyıla Türk kimliğini koruyarak girmesinin sağlanması için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin bulundukları her ülkede sürekli olarak arttığı görülmektedir. Ancak, 2025 yılına gelindiğinde dikkat çekici olduğu kadar gerçekleşmesi güç olan bazı rakamların da bulunduğu gözardı edilmemelidir. Örneğin, 2025 yılında İngiltere’de 4.550.505 ve Finlandiya’da 3.457.415 gibi büyük bir Türk nüfusunun bulunacağı hesaplanmıştır. Bu yüksek rakamlar tahmin yapılan yıllarda (1981-1991) bu ülkelerdeki Türk sayısının az olmasına rağmen yüksek artış oranları temel alınarak bulunmuş olmalarından ileri gelmektedir. 1981 yılında Finlandiya’daki Türk nüfus sayısı 20 iken bu rakamın 1991 yılında 310’a, İngiltere’deki Türk nüfusunun ise 1981 yılında 6557 iken 1991 yılına gelindiğinde 29.000’e çıktığı görülmektedir. İngiltere’deki Türk nüfusuna dil ögrenmek amacıyla gelenler de dahil edilmiştir. Her iki ülkedeki Türk nüfusunun söz konusu bu iki zaman dilimi arasındaki nüfus artış hızları hesaplandığında Finlandiya için 0,274084, İngiltere için ise 0,148676 bulunmaktadır. Bu oranlar aynı dönemde incelemeye tabi tutulan Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler arasında en yüksek artış oranı olma özelliğine sahiptir. Bu rakamların teknik olarak doğru olduğu kabul edilmekle beraber gerçekleşmesinin hayli güç olduğu kesindir. Diğer yandan, Türklerin yoğun olarak bulundukları ülkelerde ise doğal artış oranı ile artmaya devam ettiği, Almanya’daki Türk nüfusunun toplam sayısının 2025 yılında ise 2.272.178’e çıktığı; Fransa’nın aynı yıldaki 1.789.876 rakamı ile Almanya’yı takip ettiği görülmektedir (Tablo 17).

21. yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan zaman dilimi içerisinde, çalışma hayatına eğitimli ve aynı zamanda iş ve meslek sahibi olarak girmesi beklenen Türk nüfusunun bulundukları ülkelerde vatandaşlık hakkını da elde etmeleri gündeme gelecektir. Bu durum, Türk toplumunun bulundukları ülkelerin siyasi ve ekonomik yaşantısına etkin bir şekilde doğrudan katılmaları anlamına gelecektir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Türk nüfusu Birleşmiş Milletler tarafından yapılan Dünya’da Etnik Gruplar adlı çalışmadan elde edilmiştir. Bu çalışmaya göre 1983 yılında ABD’de 7565 kişi Türk azınlığı oluşturmaktadır. Türkler, 1993 yılında yapılan Nüfus Sayımı sonucuna göre 11.025 kişiye ulaşmıştır. İki zaman dilimi içerisindeki artıştan hareket edilerek yapılan 1995 yılı nüfus tahminine göre 12.114 kişiye ulaşmış oldukları varsayılmaktadır. Yapılan nüfus tahminlerine Amerikan vatandaşlığı hakkını elde etmiş Türkler dahil edilmemiştir. 21. yüzyılın başından itibaren hızla artması beklenen Türk nüfusunun 2000 yılında 15 bin kişiye, 2025 yılında da yaklaşık 50 bin kişiye ulaşması beklenmektedir (Tablo 17).

Avustralya 19. yüzyılın sonundan itibaren ekonomisi için gerekli iş gücünü Avrupa ve Asya ülkelerinden göçmen alarak karşılayan bir ülke olmuştur. 1976 yılında Türkiye ve Avustralya hükümetleri arasında bir göç anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Türkiye’den gelen işçiler göçmen statüsüne geçtikleri taktirde devletten iş ve mali yardım alabileceklerdir. Türklerin Avustralya’da kalıcı olduğunu söylemek mümkündür. Avustralya’daki Türk azınlığın nüfus dağılımına bakıldığında, 1952 yılında ülkede ikamet eden 1123 Müslüman Türk bulunmaktadır. Bunlar Anadolu’dan, On iki Ada’dan, Kıbrıs ve Bulgaristan’dan gelmişlerdir. 1913 yılında Ege Adalarının Yunanistan tarafından işgal edilmesi ile adalardan gelen nüfus artmıştır. Benzer bir biçimde Bulgaristan’da kurulan komünist devlete tepki gösteren Türkler de kıtaya gelmişlerdir. 1950’li yıllardan itibaren ise Kıbrıs Türkleri Avustralya’ya yerleşmeye başlamışlardır. Aynı dönemde, Çin ve Rusya’dan gelen Türklerin de olduğunu söylemek gereklidir (Bainbridge, 1995).

Sidney ve Melbourn kentlerinde oturan Türklerin daha çok ilkokul düzeyinde bir eğitime sahip oldukları bilinmektedir. Yoğun emek gücü isteyen işlerde çalışmaktadırlar. 1971 yılı istatistiklerine göre 12 bin kişiden oluşan bir Türk azınlık bulunmaktadır. 1978 yılında ise bu sayının 23 bin kişiye çıktığı görülmüştür. Bu nüfusun kentsel yerleşim bölgelerinde yaşadığı bilinmektedir. Türk nüfusunun verileri Avustralya resmi istatistik rakamlarından elde edilmiştir. Avustralya Türk toplumu liderleri kendileri ile yapılan görüşmelerde 1978 yılında nüfuslarının 40 bin kişiye ulaştığını söylemektedirler (Bainbridge, 1995). 21. yüzyılda yaşayacak toplam Türk nüfusu tahminlerinde hata yapılmasını önlemek amacıyla resmi rakamlar kullanılmıştır. 1971 ve 1978 yılları arasındaki dönem için hesaplanan nüfus artışının yüksek olduğu görülmektedir. Bu nüfus artış hızını kullanarak yapılan 1995 yılı tahminlerinde nüfusun 100 bin kişiye ulaştığı tahmin edilmektedir. Nüfus artışı hesaplanan dönemlerdeki gerçek nüfusun daha fazla olduğu düşünülürse, bu rakamın doğruya çok yaklaştığını belirtmekte yarar vardır. 2000 yılında nüfusun 177 bin kişiye ulaşmış olacağı tahmin edilmektedir. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ise nüfus büyüklüğünün 1.8 milyona erişeceği yapılan tahminlerin sonucunda ortaya konulmuştur (Tablo 17).

Türk azınlık nüfusunun Avustralya’daki yaşam biçimi incelendiğinde, Türkiye Türkçesini konuştukları görülmüştür. Eğitim dili İngilizce olan Avustralya’da birkaç ortaokulda Türkçe şeçmeli ders olarak okultulmaya başlanmıştır. İngilizce konuşmayan göçmenlerin çoğu bu dili resmi bir eğitim görmeden öğrenmektedir. Sidney’de yapılan bir araştırmada Türk kadınlarının yüzde 87’sinin hiç İngilizce kursuna devam etmedikleri görülmüştür (Bainbridge, 1995).

6. Sonuç ve Değerlendirme

Günümüzde, Eski Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan ve daha çok dışa kapalı bir yapı sergileyen Türk toplulukları, bu özellikleriyle, birlikte yaşadıkları veya ilişkide bulundukları topluluklardan fazla etkilenmeden dil, din, yaşayış tarzı gibi birçok kültürel değerlerini değiştirmeden sürdürebilmişlerdir.

Yeni bağımsızlık kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri halen işletilmekte olan veya işletilmeye açılacak durumda olan birçok yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip bulunmaktadırlar. Eski sistemin gereği emek, toprak ve sermaye gibi temel üretim faktörleri aynı yerde toplanmamıştır. Bir cumhuriyette çıkarılan hammadde başka bir cumhuriyette işlenmekte veya vasıflı işgücü başka bir cumhuriyetten gelmektedir. Cumhuriyetlerin ekonomik açıdan birbirine bağımlı olmaları siyasi açıdan bağımsız hareket etme imkanlarını da zorlaştırmaktadır.

Bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetlerin yönetimlerinde eski rejimin etkileri halen görülmekle birlikte, bu ülkeler bağımsızlıklarını destekleyici bazı tedbirler almaya başlamışlardır. Bu yönde atılan adımlar arasında ülkelerin kendi paralarını basması, anayasalarını kabul etmesi, resmi dil olarak ana dillerini kabul etmesi, belirli bir geçiş dönemi sonunda ana dilini bilmeyenlere yöneticilik yolunun kapatılması sayılabilir. Diğer yandan, milliyetçilik akımlarının kuvvetlenmesi ve eski rejime duyulan öfke bu cumhuriyetlerde yaşayan ve yabancı unsur olarak kabul edilen Rus, Ukrain ve Volga Almanlarının kitleler halinde ülkeyi terk etmelerine yol açmıştır. Çoğunluğu vasıflı işgücü olan bu unsurların bağımsızlığını yeni kazanmış olan ülkeleri bir anda terk etmesi, buralarda vasıflı işgücü açığını ortaya çıkarmış, böylece yukarıda bahsedilen üretim faktörlerinden kalifiye işgücünün bulunmaması ekonomiyi durma noktasına getirmiştir.

Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan ettikleri 1991 yılından itibaren 1997 yılına kadar geçen sürede Gayri Safi Milli Hasılalarında ciddi düşüşler yaşanmıştır. Bu tarihten sonra küçülme yerini yavaş da olsa büyümeye bırakmıştır. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın yaptığı bir tahmine göre 1989 yılını 100 kabul eden bir üretim endeksine göre üretimin 1999 yılı seviyesi Azerbaycan’da 47’ye, Kazakistan ve Kırgızistan’da 63’e, Özbekistan’da 94’e ve nihayet Türkmenistan’da 64’e gerilemiştir (Yaman, 2001).

Avrupa Birliği’nin önceki formu olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun bir benzeri olarak 1991 yılında Beyaz Rusya’nın Minsk şehrinde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kuruluş amacının Bağımsız Devletlerin her alanda birbirleri ile olan “uyumlarını kolaylaştırmak” olduğu açıklanmıştır. Cumhuriyetler, Birliğe üye olurken bağımsızlıklarını korumak niyetinde olduklarını açıkça belirtmelerine rağmen birlik içinde Rusya Federasyonu’nun etkisi hissedilmektedir. Bununla birlikte, Rusya Federasyonu’nun Birlik içi dengeyi sağlayan bir unsur konumunda olması üye devletler arasındaki toprak ihtilafı, etnik çatışma ve borçlar konularında taraf tutmasını engellemektedir. Kurulduğu günden bugüne kadar birçok toplantı yapılmış ve sayısız belge yayınlanmış ancak, birlik içinden dışa yansıyan ve uygulamaya konmuş bir tedbirin bulunmaması gözlemcilerin bu konuda sağlıklı yorum yapmasını engellemektedir.

Sovyet rejiminin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan yeni cumhuriyetlerin günümüzdeki alım gücü son derece düşüktür. Bununla birlikte, Bağımsız Devletler dinamik bir nüfus yapısına sahiptirler. Özellikle de Türk Cumhuriyetlerinin nüfus artış hızı BDT’nin diğer üyelerinden yüksektir. Türk Cumhuriyetlerinin hemen hemen hepsinin zengin doğal kaynakları bulunmaktadır. Türk Cumhuriyetlerinin kişi başına düşen milli gelirlerinin ileriki dönemlerde artışını devam ettireceği izlenimi vermeleri ve dinamik bir nüfus yapısına sahip olmaları Batılı ülkelerin dikkatlerini bu yeni tüketici topluluklarına yöneltmelerine yol açmıştır. Zira ekonomik büyüme teorisine göre, bu ülkelerin iktisadi gelişmenin nispeten erken merhalelerinde bulunmaları, kendilerinden fazla gelişmiş ekonomilerden daha hızlı büyüyerek aradaki gelişmişlik farkını kapatacakları beklentisini güçlendirmektedir (Yaman, 2001). Keza, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında var olan tarihi ve kültürel bağların ekonomik ilişkileri de kapsayacak şekilde genişletilmesinin her iki taraf açısından sayısız yararlarının bulunduğu son derece açıktır. Türk Cumhuriyetlerinin büyüme konusunda sahip oldukları avantaj onlarla işbirliğine giren partnerlerini de olumlu etkileyecektir.

Gelişmekte olan ülkelerin nüfus problemleri, özellikle nüfus-gelir, nüfus-beslenme ve nüfus-çevre ilişkileri açısından önemlidir. Bir görüşe göre demografik özelliklerdeki belirtiler az gelişmişliğin sonucu değil, sebebidir. Buna göre nüfus planlaması uygulamak kalkınmanın zorunlu bir ön  koşuludur. Başka bir görüşe göre ise demografik özelliklerdeki belirtiler az gelişmişliğin sebebi değil, sonucudur. Bu görüş nüfus planlamasına karşı çıkmaktadır (İlkin, 1983). Her iki görüşünde geçerli ve geçersiz olduğu durumlar vardır. Söz gelimi eğer tam kalkış aşamasında bulunan bir ekonomi ağır nüfus baskısı altında, kaynaklarının çoğunu demografik yatırımlara aktarıyorsa orada kalkınmayı gerçekleştirmek zorlaşmakla kalmayacak; aynı zamanda gecikecektir de. Diğer bir açıdan bakıldığında bir ülkenin beşeri kaynakları yalnızca üretime katılarak değil, ama aynı zamanda tüketerek de kalkınmaya katkı sağlar.2<

İnsanlık tarihinin çok eski dönemlerinden beri aşina olduğu bir kavram da gıda kaynaklarındaki gelişmenin sınırlı olması durumudur. Beslenme güvenliği, herkesin sağlıklı ve etkin bir yaşam sürmek için zorunlu olduğu besinlere sürekli erişebilmesi olarak tanımlanmaktadır (Diakanda, 2001). Her ne kadar, "insan türünü tehdit eden tehlikeler, gelişmekte olan ülkelerdeki nüfus artışından mı kaynaklanıyor, yoksa gelişmiş ülkelerdeki nüfusun uygulamalarından mı” sorusu beslenme güvenliği tartışmalarının göbeğine yerleşmiş olsa da, en azından bugün için, problem ortaya çıktığı yer için çok daha fazla önem arz etmektedir. Nüfus başına alınması gerekli günlük asgari kalori miktarını gelecekte de temin edebilmek, ya da temin edilebilirliğini sürdürebilmek için gerekli önlemlerin dayanacağı verinin altyapısını bu tür demografik analiz çalışmaları oluşturacaktır. Aslında dünya tarımsal üretimi geleceğin nüfus baskılarına da direnebilecek güçtedir. Ancak, bu üretim ülkeler arasında eşitsiz bir şekilde dağılmaktadır.

Geleceğin muhtemel problemlerinden ve çatışma konularından biri de su kaynaklarının yetersizliği hususudur. İnsan ve canlı varlığının vazgeçilmezlerinden birisi olan dünya su potansiyelinin, gelecekte ihtiyacı karşılayıp karşılamayacağı konusunda ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Zira, XX. yüzyılda ortaya çıkan su kaynakları problemiyle insanlığın tanışıklığı çok gerilere gitmez. Artık bilinen ve herkesçe paylaşılan gerçek şu ki, su %100 yenilenebilen sınırsız ve tükenmez bir kaynak değildir. Her geçen gün artmakta olan dünya nüfusunun tarım ve elektrik enerjisi gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere aynı şekilde artan su kullanımı, bu kaynağın büyük ölçüde tüketilmesine yol açmaktadır. Barajlar ve kanallar gibi suların toplandığı suni havzalar buharlaşma yoluyla kayıpları da çoğaltmıştır. 1995 yılı itibarıyla, dünyanın yıllık su tüketimi yaklaşık 3000 km3’tü. Bundan sonra her 10 yıl içinde bu rakamın %10-12 oranında büyüyerek 2025 yılında 5000 km3’e ulaşacağı tahmin edilmektedir. Yakın gelecekte Türk dünyasının su sıkıntısıyla karşılaşması muhtemel bölgeleri arasında su zengini olduğu varsayılan Türkiye, Özbekistan ve Türkmenistan’ın da yer almasını engelleyecek gelişmeler henüz kaydedilememiştir. Ne yazık ki, gerek iklim koşullarında meydana gelen değişiklikler, gerek insan eliyle tabiata yapılan müdahaleler bu bölgeleri riskli hale getirmiştir.

Günümüzde Türk Dünyası nüfusunun 182 milyon kişiyi aştığı görülmektedir. Bu nüfus büyüklüğünün 124 milyon kişisi Türk Devletlerinde yaşamaktadır (bu rakama Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nüfusunun 2000 yılı tahmini olan 145.435 kişi dahildir). Türk Topluluğu olarak Eski Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türklerin toplam nüfus büyüklüğü 19 milyona yaklaşmıştır. Azınlık ve göçmen statüsündeki Türklerin ise 39 milyon kişiye ulaştıkları bilinmektedir. 2025 yılı için yapılan nüfus tahminlerinde toplam Türk Dünyası nüfusunun 292 milyona ulaşması beklenmektedir. Türk Devletlerinin toplam nüfuslarının 2025 yılında 164 (KKTC 2025 yılı tahmini 182.434 kişi dahil), Türk Topluluklarının 31, azınlık ve göçmen olarak yaşayan Türklerin ise 96 milyona ulaşması beklenmektedir. Türk Dünyasının 21. yüzyılın ilk çeyreğinde 294 milyon kişilik bir nüfus büyüklüğüne sahip olacağı yapılan tahminler sonucu ortaya konulmuştur (Tablo 18).

Yazının yöntem, kaynaklar ve sınırlılıkların ele alındığı bölümünde ifade edilmiş bulunan nedenlerden dolayı burada Türk Dünyası Toplam Nüfusu Tablosu gerekli düzeltmeler yapılarak -yine KKTC nüfus tahminleri dahil edilerek- tekrar verilmiştir. Buna göre 2000 yılı itibarıyla Türk Dünyası toplam nüfusu 196 milyonu aşmıştır. Bunun 106 milyonu Türk Devletlerinde, 14 milyonu Türk Topluluğu olarak Eski Sovyetler Birliği sınırları içinde, 75 milyonu da azınlık ve göçmen durumunda yaşayan Türklerden oluşmaktadır. 2025 yılı için yapılan nüfus tahminlerinde toplam Türk Dünyası nüfusunun 351 milyonu aşması beklenmektedir. Türk Devletlerinin toplam nüfuslarının 2025 yılında 138, Türk Topluluklarının 24, azınlık ve göçmen olarak yaşayan Türklerin ise 189 milyona ulaşması beklenmektedir (Tablo 19). Buna göre 2025 yılına gelindiğinde Türklerin büyük bir çoğunluğunu teşkil eden 213 milyon kişi Türk Devletleri dışında yaşıyor olacaktır. Bunun en önemli nedenlerinden ilki, İran ve Çin gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki nüfus artış oranlarının yüksek seviyelerini muhafaza ederken, Türk Devletlerinde bir düşme eğilimine girilmiş olmasıdır. İkincisi ise, Türk Devletlerinin ekonomik ve sosyal koşullarından dolayı özellikle kalkınmış Batı ülkelerine göç veren bir yapı arz ediyor olmalarıdır.

Son olarak vurgulanmasında yarar görülen nokta şudur ki, bu yazıda yapılan analizler ve ortaya konulan sonuçların hepsi de geçmişte iki yada daha çok tarihte elde edilen verilerden hareketle ortaya konulmuştur. Bir bakıma bütün projeksiyon yöntemleri aynı nedenden dolayı malûldür. Ancak gelecekle ilgili kestirimde bulunmanın başkaca bilinen güvenli bir yolu da yoktur. Dolayısıyla nüfusun kompozisyonu ve gelişim seyrinin geçmiştekiyle motamot benzer olmayabileceğinin hatırdan uzak tutulmaması gerekir.

1 Bu yazıda, bütün Türk Cumhuriyetleri için 1979 ve 1989 yılı Sovyet nüfus sayımı verileri kullanılmıştır. Fakat, diğer bir kaynak olan Kazakistan Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre 1993 yılında nüfusun %36.4’ü Ruslardan oluşmaktadır. 1993 yılı için verilen bu oran, bu çalışmada yapılan projeksiyonla elde edilen 2000 yılı rakamlarından çok düşük neredeyse 2025 yılı tahminlerine yakın bir orandır. Bu durum, yeri geldikçe ifade edilmeye çalışılan Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan Rusların Rusya’ya dönüşleriyle ilgili olarak 1979 ve 1989 yıllarında yani henüz Sovyetler Birliği yıkılmadan önce yapılan nüfus sayımlarına dayalı tahminlerin yeterince açıklayıcı olamayacağı tezini doğrulamaktadır.

2 Bu bağlamda ifadelerine yer verilmesi gereken birisi de Avrupa Parlamentosu milletvekili Daniel Cohn-Bendit’tir. Bendit’e göre Avrupa bir göç toprağıdır. Hem demografik hem de ekonomik nedenlerle Avrupa’nın göçe ihtiyacı vardır. Göç almazsa Avrupa fazla ileriye gidemeyecektir. Bu tarihin öğrettiği çok sıradan bir gerçektir. Avrupa’nın göçe muhtaç durumda bulunmasının esas nedeninin kendi demografik özellikleri olduğu kolayca anlaşılabilecek bir gerçektir (Cohn-Bendit, 2001).

ANDERSON, B. A. vd. "The Changing Ethnic Composition of the Soviet Union”, Population and Development Review, Sayı: 15, No. 4, 1989.

AKINER, S. Sovyet, Müslümanları, çev. Tufan Buzpınar ve Ahmet Mutu, İstanbul: 1995.

AVŞAR, Z. vd. “21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türk Dünyasının Beşeri Kaynakları”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 338, Ankara: 1993.

AVŞAR, Z. vd. “Beşeri Kaynaklar Açısından Yeni Türk Cumhuriyetlerinin Dünü Bugünü ve Yarını”, Türk Yurdu, Cilt 15, Sayı 100, Ankara, 1995.

AVŞAR, Z. vd. “Eski Sovyetler Birliği’ndeki Türk Uluslarının 21. Yüzyılın İlk Çeyreğindeki Görünümü ", Türkiye Günlüğü, Sayı: 25, Ankara: 1993.
AVŞAR, Z. vd. “Göç ve Sığınma Hareketleri ve Son Beş Yılda Türkiye’ye Yönelik Sığınma Hareketleri “, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 339, Ankara: 1994.

AVŞAR, Z. vd. “Eski Sovyetler Birliği’ndeki Rus ve Diğer Slav Nüfusunun Günümüzdeki ve Gelecekteki Yapısı”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 340, Ankara: 1994.

AVŞAR, Z. vd. “21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türk Dünyasının Kentleri ve Kentsel Plan İhtiyaçları “, Türk Yurdu, Cilt: 14, Sayı: 85, Ankara: 1994.

AVŞAR, Z. vd. “Türk Dünyasının Demografik Yapısı”, Yeni Türkiye, Sayı 15, Türk Dünyası Özel Sayısı Cilt 1, Ankara, 1997.

AVŞAR, Z. vd. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göçeden Ailelerin Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayın no: 115, Ankara: 1998.

AVŞAR, Z. vd. Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Vadi Yayınları, Ankara, 1998.

AVŞAR, Z., vd. Yeni Bir Yüzyıla Doğru Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri İlişkileri, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayın no: 64, Ankara, 1993.

BAINBRIGE, M. Dünyada Türkler, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: 1995.

BALDAUF, I. “Some Thoughts on the Making of the Uzbek Nation”, Cahiers du Monde Russe et Soviétique, Sayı: 32, No. 1, 1991.

BARRY, F. “Destins Economies des Etats de la CEI: le pari des Indépendances”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

BAZIN, M. “Les Turcophones d’Iran”, Le Fait Ethnique en Iran et en Afghanistan, Paris: 1988.

BAZIN, M. “Ethnies et Groupes Socio-professionnels dans le Nord de L’Iran”, Le Fait Ethnique en Iran et en Afghanistan, Paris: 1988.

BAZIN, M. “Les Premières Inscriptions Turques (VIe-Xe siècles) en Mongolie et en Sibérie Méridionale”, Arts Asiatiques, Sayı: 45, 1990.

BOISSEVAIN, J. “Les Entreprises ethniques aux Pays-Bas”, Revue Européenne des Migrations Internationales, Sayı: 8, No. 1, 1990.

BAZIN, M. “Identité Ethnique et identité Régionale en Iran et en Asie Centrale”, Revue du Monde Musulman et de la Méditerranée, Sayı: 59-60, 1991.

BAZIN, M. “Vestiges Chronologiques des Bulgar”, Les Systèmes Chronologiques dans le Monde Turc Ancien, Paris: 1991.

BOND, A. R. "New Oblast Created in Turkmen SSR”, Soviet Geography, Sayı: 32, No. 5, 1991.

BUGROMENKO, V. N. "Social Justice and inter-Nationality: Reeitorial Aspects”, Soviet Geography, Sayı: 32, No. 8, 1990.

CERİT, S. "Bir Ülkenin Gelecekteki Nüfusunun Sabit Kalması için Kadın Başına Gerekli Ortalama Canlı Doğum Sayısı Üzerinde Hipotetik Bir Çalışma”, Nüfusbilim Dergisi, Cilt 5, Ankara, 1983.

CHAO, R. "Jorge Luis Borges ile Söyleşi”, idea Politika, Güz 2001, İstanbul: 2001.

CHERIF, C. "Kazakhstan: Majors Hope for Deals”, Petroleum Economist, Sayı: 59, No. 4, 1992.

CLEM, R. S. "Interethnic Relations at the Public Level: The Example of Kazakhstan”, PostSoviet Geography, Sayı: 34, No. 4, 1993.

COHN-BENDIT, D. "Quo Vadis Avrupa? ”, idea Politika, Güz 2001, İstanbul: 2001.

COLLOMB, P. "Yeni Yüzyılda Beslenme Güvenliği Sorunu”, idea Politika, Bahar 2001, İstanbul: 2001.

COPEAUX, E. "Le Rêve du Loup Gris: Les Aspirations Turques en Asia Centrale”, Hérodote, No. 64, 1992.

COPEAUX, E. vd. "La Bosnie vue du Bosphore”, Hérodote, No. 67, 1992.

CONSEIL DE L’EUROPE. Les Caractéristiques Démographiques et Donnes Concernant le Mariage et la Fécondité des Populations Migrantes, Strasbourg: 1976.

CONSEIL DE L’EUROPE. Evolution Démographique Récente en Europe: 1991, Strasbourg: 1991.

CONSEIL DE L’EUROPE. Evolution Démographique Récente en Europe: et en Amérique de Nord 1992, Strasbourg: 1993.

CONSEIL DE L’EUROPE. Evolution Démographique Récente en Europe: 1993, Strasbourg:

1993.

CONSEIL DE L’EUROPE. Evolution Démographique Récente en Europe: 1994, Strasbourg:

1994.

COUNCIL OF EUROPE. Recent Demographic Developments in Europe: 2000, Strasbourg:
2000.

COURBAGE, Y. "Les Transitions Démographiques des Musulmans en Europe Orientale”, Population, Sayı: 46, No. 3, 1991.

DASSETTO, F. "Politique d’Intégration et Islam en Belgique”, Revue Européenne des Migrations Internationales, Sayı: 6, No. 2, 1990.

DE TAPIA, S. "Les Turcs d’Europe: Minorités Ftrntalières, Minorités Immigrées: Elements de Géographie Culturelle”, Revue Géographique de l’Est, Sayı: 31, No. 2, 1991.

DEVLET, N. "Türk Dünyasının Demografik ve Ekonomik Yapısına Toplu bir Bakış”, Türk Dünyası El Kitabı 1. Cilt, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 121, 2. Baskı, Ankara: 1992.

DIAKANDA, D. S. "Demografik Dinamikler ve Beslenme Güvenliği”, idea Politika, Bahar 2001, istanbul: 2001.

DiE. Genel Nüfus Sayımı 1990: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Ankara: 1993.

DiE. Osmanlı imparatorluğu’nun ve Türkiye’nin Nüfusu 1500-1927, Ankara: 1996.

DiE. Türkiye istatistik Yıllığı 2000, Ankara: 2001.

DUOVA, N. vd. "Adaptation des Anciens Immigrés Russes en Azerbaïdjan”, Sovetskaja Etnografija, No. 5, 1989.

DUPAQUIER, J. "Etrangers et Immigrés en 1990”, Population et Avenir, No. 604, 1991.

EUROSTAT. Demographic Statistics 1990, Luxembourg: 1990.

EUROSTAT. Demographic Statistics 1991, Luxembourg: 1991.

EUROSTAT. Demographic Statistics 1992, Luxembourg: 1992.

EUROSTAT. Demographic Statistics 1993, Luxembourg: 1993.

EUROSTAT. Demographic Statistics 1994, Luxembourg: 1994.

GEORGEON, F. "Un voyageur Tater en Extrême-Orient au Début du XX siècle”, Cahiers du Monde Russe et Soviétique, Sayı: 32, No. 1, 1991.

GIROUX, A. "Ouzbékistan”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

GIROUX, A vd. "Turkménistan”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

GIROUX, A. "Kirghiztan”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

GIROUX, A. vd. "Kazakhstan”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

GÜRTAN, K. Demografik Analiz Metodları, istanbul Üniversitesi Yayınları no: 1479, istanbul:
1969.

HANCIOĞLU, A. Demografi Nüfus Artışı, Doğurganlık ve Ölümlülük, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Yayın no: NEE-HÜ. 01-03, Ankara: 2001.

HARRIS, C. D. "The New Russian Minorities: A Statistical Overview”, Post-Soviet Geography, Sayı: 34, No. 1, 1992.

HEILIG, G. K. DemoGraphics ‘96, UNFPA&NIDI, Laxenburg: 1998.

HEILIG, G. K. DemoTables ‘96, UNFPA&NIDI, Laxenburg: 1998.

HELENIAK, T. "Soviet and Post-Soviet Statistical Publications During the Fourth Quarter of 1991”, Post-Soviet Geography, Sayı: 33, No. 2, 1992.

HERSAK, E. vd. "L’Espace Migratoire de Yougoslavie: Historique des Migrations Yougoslaves”, Revue Européenne des Migrations Internationales, Sayı: 6, No. 2, 1990.

HOBSBAWM, E. J. "1945’ten Günümüze Tarih”, idea Politika, Güz 2001, istanbul: 2001.

HUSKEY, E. "The Risk of Contested Politics in Central Asia: Election in Kyrgyztan, 1989-90”, Europe-Asia Studies, Sayı: 47, No. 5, 1995.

IGRITSKI, I. "La CEI: un pari impossible? Entre Intégration et Désintégration”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

INSEE. Recensement de la Population de 1990 Nationalités, Paris: 1992.

INSEE. Les Etrangers en France, Paris: 1994.

iLKiN, A., Kalkınma ve Sanayi Ekonomisi, istanbul Üniversitesi Yayın no: 3175, istanbul: 1983.

JANHUNEN, J. "Ethnic Activism Among the South Siberian Turks” Questions Sibériennes, No. 1, 1990.

JUNGER, M.vd. "Religiosity, Religious Climate and Delinquency Among Ethnic Groups in the Netherlands”, British Journal of Criminology, Sayı: 33, No. 3, 1993.

KAHN, M. "Les Russes dans les Ex-Républiques Soviétiques”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 376, 1993.

KAHN, M. "Azerbaïdjan”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

KIRK, M. Demographic and Social Change in Europe: 1975-2000, England: 1990.

KLEFF, H. vd. "Les Turcs à Berlin avant et après la chute du Mur”, Revue Européenne des Migrations Internationales, Sayı: 7, No. 2, 1991.

KOÇSOY, Ş. Irak Türkleri, İstanbul: 1991.

LEBON, A. Aspects de L’Immigration et de la Présence Etrangère en France: 1991-1992, Paris: 1992.

MARGAT, J. "Yeni Bir Su Kültürüne Doğru”, İdea Politika, Bahar 2001, İstanbul: 2001.

MARKOV. G. "Les Sociétés Traditionnelles d’Asie Centrale”, Cahiers du Monde Russe et Soviétique, Sayı: 31, No. 2-3, 1990.

MARTIN, P. Bitmeyen Öykü: Batı Avrupa’ya Türk İşçi Göçü, Özellikle Federal Alman Cumhuriyeti’ne, Ankara: 1991.

MICKLIN, P. P. Sovyet Rusya’da Su Yataklarının Değiştirilmesi Planları: Bunların Kazakistan ve Orta Asya İçin Önemi, Çev. A. E. Uysal, ODTÜ Asya-Afrika Araştırmaları Grubu yayın no: 24, Ankara, 1985.

NOIRIEL, G. Le Creuset Français: Histoire de l’immigration 19-20e siècle, Paris: 1988.

McCAGG, W. vd. "Soviet Asian Ethnic Frontiers”, Pollitics Study, England: 1979.

ÖZTUNA, Y. Başlangıçtan Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, İstanbul: 1964.

PATNAIK, A. "Agriculture and Rural Out-Migration in Central Asia, 1960-91”, Europe-Asia Studies, Sayı: 47, No. 1, 1995.

PECHOUX, P. Y. "Chypre et les Chypriotes: vers une double insularité”, Territoires et Sociétés Insularités, Paris: 1991.

PLATTI, E. "Les Musulmans et l’Etat en Belgique”, Islamochristiana, No. 16, 1990.

PRUD’HOMME, R. "Décentralisation à la Turque”, Revue d’Economie Régionale et Urbaine, No. 2, 1991.

ROY, O. "Ethnies et Politique en Asie Centrale”, Revue du Monde Musulman et de la Méditerranée, Sayı: 59-60, 1991.

SHARIF, K. vd. "Diversity of Topological Palmar Patterns in Iranian Population”, Anthropologischer Anzeriger, Sayı: 48, No. 1, 1990.

SHIKLOMANOV, I. "2025 Yılında Dünya Su Kaynaklarının Durumu”, İdea Politika, Bahar 2001, İstanbul: 2001.

SOLAK, F., "Bulgaristan Demografisi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Çalışması, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, 1993.

SOLAK, F., "Türk Cumhuriyetlerinin Önemli Çevre Sorunları”, Gök Dergisi, 3. Sayı, Ankara: 1995.

SOLAK, F., "Türkiye Nüfusunun Cumhuriyet Dönemindeki Gelişim Seyri”, Yeni Türkiye, Sayı 23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı cilt 1, Ankara: 1998.

SOPEMI. Trends in International Migration, Paris: 1995.

TATIMOV, M. "21. Yüzyıl Türklerin Olacak”, Cumhuriyet Gazetesi, s. 12, 18 Ekim 1994.

TOROS, A. vd. "Türkiye’nin Etnik Yapısının Ana Dil Sorularına Göre Analizi”, Nüfusbilim Dergisi, Cilt 14, Ankara, 1992.

TOSUN, S. "21. Yüzyılda Batı Avrupa’daki Türk Nüfusu”, III. Türk Devlet ve Toplulukları, Dostluk, Kardeşlik ve işbirliği Kurultayı 30 Eylül-2 Ekim 1995, izmir: 1995.

TRIBALAT, M. Faire France: Une Anquête sur les Immigrés et leur Enfants, Paris: 1995.

TRUTANOW, I. "Le Kazakhstan, un membre très actif de la CEI”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 397-398, 1995.

STAM, A. "Some Recent Events and Trends in Soviet and East European Ethnic Policies”, Plural Societies, Sayı: 20, No. 2, 1990.

UNFPA. Demographic Indicator 1950-2050 (The 1996 Revision), New York: 1996.

UNFPA. Sex and Age Quinquennial 1950-2050 (The 1996 Revision), New York: 1996.

UNITED NATIONS. The Age and Sexe Distributions of the World Populations, New York: 1994.

UNITED NATIONS. Demographic Year Book 1992, New York: 1994.

UNITED NATIONS. Demographic Year Book 1998, New York: 2000.

UNITED NATIONS. World Urbanization Prospects: The 1994 Revision, New York: 1995.

ÜNER, S. Nüfusbilim Sözlüğü, Hacettepe Üniversitesi Yayınları D-17, Ankara: 1972.

VICHNEVSKI, A. "La Situation Démographique de la Russie au Seuil de L’an Deux Mille”, Le Courrier des Pays de L’Est, Sayı: 401, 1995.

WORLD BANK. World Development Report 1999/2000, New York: 1999.

WORLD BANK. World Population Projections 1992-1993, London: 1994.

YAMAN, Ş. "Türk Cumhuriyetlerinde Ekonomik Reformların 10 Yılı”, Türkiye Günlüğü, sayı 66, Ankara: 2001.

YAZICI, M. Tarihte 128 Türk Devleti ile 318 Devlet-356 Hükümet Başkanlarının Özellikleri (M.Ö. 220-M.S. 1990), Ankara: 1990.

YERASIMOS, S. "Turquie: Les Choix Difficiles”, Hérodote, No. 58-59, 1990.

YERASIMOS, S. "Balkans: Frontières d’Aujourd’hui, d’hier et de demain?”, Hérodote, No. 63, 1991.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder